EN KIYMETLİYİ KURBAN ETTİK
Bir zamanlar Hz. Musa’ya “Kurban nedir?” diye sordular. O, uzun uzun anlatmadı. Sadece şunu dedi:
“Size en kıymetli olan.”
İşte bu yüzden insanlık tarih boyunca en kıymetli olanı kurban etti: Özgürlüğü, adaleti, hakikati, ilkeleri…
Menfaat sofralarında, ilkenin başı kesildi.
Sessizlikle, rızasızlıkla, “bana dokunmayan yılan” dualarıyla…
Stefan Zweig, Joseph Fouché’yi anlatırken sadece bir adamdan değil, bir çağın hastalığından söz ediyordu.
O hastalık, bugüne sirayet etti.
Fouché bugün karşımıza farklı yüzlerle çıkıyor:
Günü kurtaran açıklamalarda, eğilip bükülen vicdanlarda, doğrulara karşı duyulan öfke ve alkışlanan yalanlarda…
Her iktidarda bir kapı aralayan, her zulümde susan, her haksızlıkta “dengeleri gözeten” insanlar…
Kendi değerlerini terk edip güçlüden yana geçenler…
Evet, Fouché sadece geçmişin adamı değil; bizim de içimizde büyüyen bir gölge.
Biz artık bir karar vermeliyiz:
Hakikat mi, çıkar mı?
İlke mi, konfor mu?
Adalet mi, alkış mı?
Toplumların çözülüşü, yalnızca dış saldırılarla değil, iç dayanışmanın çökmesiyle başlar.
Dayanışma kaybolduğunda, insanlar birbirini yük olarak görmeye başlar.
Eşitsizlik, birinin “burası benim” demesiyle değil, diğerinin artık söz hakkının kalmamasıyla başlar.
Adalet, yalnızca güçlü olanın tatmin olması değil, en zayıf olanın yükünün hafiflemesidir.
Ve hayatta kalmak yetmez; insan, yaşadığı hayatın bir anlamı olduğuna inanmak ister..
Ve Hz. Musa'nın sesi yankılanır:
“En kıymetliyi kurban ettiniz.”
Bugün bir toplumun yargısı, adaleti yalnızca güçlüye göre şekillendiriyorsa,
eğitim sistemi insanı özgürleştirmek yerine kalıplara sokuyorsa,
ekonomik başarı; bir avuç zenginin büyümesini, milyonların ezilmesini normalleştiriyorsa,
ekranda parlayan yüzler, hakikati yansıtmaktan çok, toplumun kendini kandırma arzusuna hizmet ediyorsa...
O halde sorun yalnızca yönetenlerde değil; hep birlikte inşa ettiğimiz bu düzenin ruhundadır.
İmkân değil, ilke taşıyanlar yarını kurar.
Kurumlar değil, karakterler taşır geleceği.
Yasalar değil, vicdanlar inşa eder bir toplumu.
Gençler; size miras bırakılan mal değil, mücadele etmeniz gereken bir hakikattir.
Neye sahip olduğunuzu değil, neyi koruduğunuzu göstereceksiniz.
Çünkü eğer durduğun yerin bir anlamı yoksa, yürüdüğün yol da boşunadır.
İşte bu yüzden şimdi, bu çağın en büyük sorusu şudur:
Fouché gibi susacak mıyız? Yoksa Musa gibi konuşacak mıyız?
İlkeyi mi yaşatacağız, yoksa ilkesizliği mi alkışlayacağız?
Çıkarın kölesi mi, hakikatin şahidi mi olacağız?