Sosyal konforun yarattığı “çekirge nesiller”
Kaynak:Yenibirlik
Kolay zamanlar zayıf insanlar yaratır… Zayıf insanlar zor zamanlar yaratır…” İnsan nesli içinden çıkılmaz bir döngünün girdabında, bir aşağı bir yukarı inip çıkıyor.
Çok uzağa gitmeden kendimce bir grafik çalışması yaptım sizlerle paylaşmak üzere;1910-1945 zorlu dönemi, 1950-1980’nin güçlü insanlarını yarattı ve bu insanlar 1990-2020 kolay dönemine vesile oldu.
1990-2020 kolay dönemi de kılını bile kıpırdatmayan, iş beğenmeyen, hiçbir şeyle mutlu olmayan, gülmeyen, konuşmayan, anlamayan, anlaşılmayan, fazlasıyla ‘ben’ merkezli hareket eden, aidiyeti önemsemeyen, çekirge misali sadece tüketen bir nesli yarattı.
Ve 2020 ile su yüzüne çıkan ‘çekirge nesil’ ve devamındakiler büyük ihtimalle 2050’ye kadar tüm zorlukları yaratacak ve dibi gösterecek dünyaya. Sonrasında da dipten güçlenen nesil/nesiller sayesinde yeniden yükseliş dönemi ile yüzleşecek insanoğlu. Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşım ile sohbet ederken ‘güçlü ve pasif insan’ profillerine dayandı mevzumuz.
‘Konforunda boğulan Avrupa ve kendi göbeğini keserek güçlenen Türkiye’ dedim ve arkasını doldurdum. Avrupa, erken yakaladığı sosyal konforun yarattığı çekirge nesiller sayesinde tükenme dönemine de erken girdi. Sosyal devlet anlayışı ile çalışmadan da maaş alan, ev bulan, sosyal destek alan Avrupa insanı ‘bireyin çabasıyla değil sistemin konforuyla’ yaşamaya alıştırıldı. Sistemin konforu nedeniyle Afrika, Ortadoğu ve Uzakdoğu ülkelerinden başlayan göçlerin de hedefi oldu Avrupa.
ABD’de Güney Amerika ülkelerinden gelen göçlerle hantal bir yapıya dönüştü. Bunların üzerine ABD ve Avrupa ‘kendine göre sözde özgürlük ve demokrasi’ argümanlarıyla terör örgütlerine; hareket alanı tanıdı, basın-medya-propaganda özgürlüğü verdi, fonlar üzerinden sermaye aktardı, terör örgütlerine ait sivil toplum kuruluşlarını korudu ve destekledi, iltica taleplerini kabul etti ve daha nicesini gerçekleştirdi.
Terör bağlantılı ve daha konforlu yaşam standartları için yaşanan göçler ABD ve bilhassa da Avrupa’nın tüm kimyasını bozdu. Avrupa’da şu cümleyi çok sık duyarsınız; “çalışanın aldığı maaşla çalışmayanın aldığı maaş arasında büyük bir fark yok o halde neden çalışayım?”
Çoğu kez dile getirmişimdir; Avrupa insanına göre algıda, zihinsel üretimde, psikolojik ve fizyolojik kapasitede fazlasıyla üst çıtada olmamıza rağmen uluslararası mecrada elimizi kolumuzu bağlayan tek köstek ‘yabancı dil’ eksikliğimiz ve kurumsal destek sorunlarımız.
Türkiye insanı olarak dil eğitimi konusunda hep yoksun kaldık maalesef. ABD ve Avrupa’nın konfor virüsü kuzey Avrupa’ya çıktıkça daha da artıyor. Kuzey Avrupa insan profili her geçen gün daha fazla SOS veriyor mutsuzluktan, yalnızlıktan, bağımlılıktan ve intihardan yana.
Çalışma koşullarını iyileştirerek bu tükenişin önüne geçmeye çalışsa da yönetimler malum sondan kaçış yok gibi görünüyor zira mesele daha az çalışmalarıyla değil daha fazla sorumluluk almalarıyla çözülür. Bu insanların elde ettikleri konfor, onların hiçbir konuda endişe etmemesini ve hayatları için mücadele etmemesini öğretti. Sosyal konfor güzel bir şey olmasına rağmen insanoğlunu zamanla körelten kaçınılmaz sonuçları var. Amerika vatandaşları Avrupa’ya göre bir tık daha iyi olsa da orada da durum aynı sayılır.
Bazıları bu duruma ‘tükenmişlik sendromu’ dese de ben farklı bakıyorum konuya. Tükenmişlik sendromu endişelerden kaynaklı gelişir benim sözünü ettiğim şey ise endişeyi sıfırlayan ‘sosyal konfor’ kaynaklı. Bu durumu Türkiye bazında incelediğimiz zaman da batıdan doğuya doğru bir eksen çiziyor ‘konfor sendromu’.
Doğuda bir anne dört çocuğuna bakıp çalışırken diğer taraftan da geniş aile/akraba/arkadaş/komşu çevresiyle de sorumludur. Gider, gelir, hizmet eder, yardıma koşar. Fakat ülkenin batı şehirlerinde durum farklılaşır ve hayatlar yorgunluk- şikayet-yalnızlık-bir çocuk etrafında şekillenir. Akraba ve komşuluk ilişkileri minimum seviyede ve hatta çoğu zaman yoktur.
Sorunlar karşısında mücadele etme ve depresyona girmeme ihtimali doğuya göre daha düşüktür. Konfor alanını yaratan birey bunu koruyabilmek için şikayet-kavga-mazeret- uzaklaşma-anlaşamama başlıklarına ağırlık verir çünkü bu başlıklar onun konforunu koruma savunmasıdır.
Yazdıklarımdan konfor kötü bir şeydir sonucu çıkarılmasın lütfen zira ben konfora değil sınırsız “sosyal konfora” ve bu konunun kaçınılmaz sebep-sonuç döngüsüne değiniyorum. ABD ve Avrupa’nın tüm dünyadan çok önce yakalandığı “sosyal konfor virüsü” son yıllarda Türkiye gibi ülkelere de sirayet etmeye başladı.
Devlet memuru ve özel sektör bazında da örneklendirebiliriz konuyu. Devlet memurlarının büyük bir kısmı işini garantiye aldığı için mesleki gelişime yeterince önem vermezler. Özel sektör çalışanları için ‘bugün var yarın yok’ işlerinde tutunabilmek ve yükselmek için çaba gösterirler. Velhasılı kelam, sosyal konfor ilk etapta ve uzaktan bakıldığında çok cazip gelse de zamanla bireylerin vasıflarını, mutluluklarını, endişelerini çalarak tüketir.