Suça sürüklenen çocuklar ve toplum kazandırılmaları
Kaynak:Hakkarihabertv.com
5395 Sayılı Kanuna Göre;
Suça sürüklenen çocuk: Kanunlarda suç olarak tanımlanan bir fiili işlediği iddiası ile hakkında soruşturma veya kovuşturma yapılan ya da işlediği fiilden dolayı hakkında güvenlik tedbirine karar verilen çocuğu,
İfade eder.
Bu çocuklara özgü güvenlik tedbirleri uygulanır. Soruşturma sırasındaki işlemleri Cumhuriyet Savcılıklarında bulunan çocuk bürosu yürütür.
Çocuk Şube polisleri tarafından gözaltına alınan, soruşturma safhasında ifadelerini sadece çocuk savcılarının aldığı, kovuşturma sonunda sıklıkla Ceza Muhakemesi Kanunu 231/5 maddesinin hükümlerinin tesis edildiği, sürüklenme eyleminde açıkça kusuru, ilgisizliği olmasına rağmen herhangi bir cezai yaptırıma çarptırılmayan sorumsuz ebeveynlerin çocuklarıdır. Suçu işlediği vakit, 18 yaş altında olmasından mütevellit, yasalar nezdinde “çocuk” kabul edilen çocuktur ve bunun çifte standardı olmaz.
Kime, neye karşı, ne suç işlendiğine bakılmaksızın, suçu işleyen çocuksa, çocuktur. Yasa çocuk mahkemesi diyorsa, yargı yeri de çocuk mahkemesidir.
Suçlu çocuk yoktur, suça itilmiş çocuk vardır.
Çocuk, gelişiminin ilk yıllarında yaşamını çoğunlukla anti-sosyal nitelikteki dürtülerle yönlendirir. Küçük yaşlarda tüm çocuklar ufak tefek suçlar işler. Ancak bu durum çocukların gelecekte de suç işleyecekleri anlamına gelmez. Çocuklar küçük yaşlarda hangi kurallara neden uyulacağını yeterince algılayamazlar. Çünkü henüz toplumsallaşma süreci tamamlanmamıştır.
Çoğunlukla yetişkinler, uyulacak kuralları nedenleriyle anlatmazlar. Ergenlik döneminde ise suça yönelten etkenler, hızlı bir bedensel ve ruhsal değişimden, kalıtsal nedenlerden ,zeka potansiyelinin sınırlılığından kaynaklanacağı gibi, çocukluk evresine kadar uzanan yanlış eğitim ve yetersiz sevgiden de kaynaklanabilir. Değişen değer yargıları ,ahlak kurallarının yarattığı karmaşa, hızlı ve düzensiz kentleşme ve sanayileşme, göçler, ekonomik bunalımlar gibi sosyo-ekonomik kaynaklı nedenler de ergeni suça iten etkenlerdir.Ayrıca savaşlar da ortaya çıkardığı sonuçlar itibariyle ergenleri suça iten sebepler arasındadır.
Çocuk suçluluğu, ‘Bir çocuktaki anti-sosyal eğilimlerin yasa müdahalesi gerektirecek bir duruma dönüşmesi’ olarak tanımlanabilir.
Çocuk suçluluğunun tipik özellikleri ;
-Yarardan uzak olma
-Kötü niyetle işlenmiş olma
-Olumsuzluktur.
En Çok Suç İşlenen Yaşlar:
15-17, Türk Ceza Kanununda suça sürüklenen çocuklanan çocuklar iki yaş grubunda değerlendirilir:
1.12-15 Yaş Arası :Bu yaş grubundaki çocuklar, gelişim özellikleri de dikkate alınarak yaptığı davranışın suç olup olmadığına yönelik farkındalık düzeyine göre değerlendirilir.
2.15-18 Yaş Arası :Bu yaş grubundakilerin ise yaptıkları davranışın suç olduğunun bilincinde oldukları kabul edilir ve buna göre hakkında işlem yapılır.
İstatistiki verilere göre en çok suç işlenen yaşlar 15-17 yaşların olduğu ergenlik dönemidir.Bu dönemde ergen, ailesinin istek ve yasaklamalarına karşı koyar.Yeterince olgunlaşmamış olmanın sonucu, belirgin bir dengesizlik yaşar.Bir yandan anne babanın desteğine olan ihtiyaç bir yandan da özgürlük arzusu ergende çatışmaların doğmasına neden olur.Ergenin yaşadığı dengesizlik ve çatışmayla beraber bilgi ve deneyim eksikliği de gencin sosyal normlara uyum göstermesini zorlaştırır.
Aynı zamanda çevresinden kabul görmeyi bekleyen genç beğenmediği toplumsal kuralları kendine göre yeniden düzenlemek ister ya da kabul görebileceği çevreye uyum sağlamaya çalışır.Bu da ergeni suça sürükleyen davranışlarda bulunmasına sebep olur.
Çocuk Suçluluğunun Türleri :
1-Zihinsel yetersizliği olan çocuklar toplumsal ve zihinsel gelişimlerinin yetersizliği nedeniyle dış etkenlerden gelen baskıya karşı daha zayıftırlar.Bu yüzden suça sürüklenen çocukların bir kısmını zihinsel yetersizliği olan çocuklar oluşturur.
2-Sosyal eğitimden yoksun çocuklar normal şartlarda normal yapıya sahiptirler ancak gerekli eğitimi almadıkları için suça yönelik davranışlarda bulunabilirler.
3-Ergenlik dönemindeki gençler, içinde bulundukları dönemin zorluk ve gereksinimleriyle beraber uygun bir eğitim almadıkları zaman yine suça yönelik davranışlarda bulunabilirler.
4-Bozuk aile düzeninden gelen suçlulukta çocuğa birtakım kötü sosyal davranış örnekleri aşılanır.Çocuk, aile ve yakın çevresinin kusurlu yanlarını benimser ve ana dilini öğrendiği gibi bunları da öğrenir.
5-Nörotik kişilik bozukluğuna bağlı olarak gelişebilecek anti-sosyal davranışlar da çocuğu suça yönlendirebilecek davranışlara iten sebepler arasında gösterilebilir.
6-Ekonomik yoksunluk nedeniyle işlenen suçlar ,yaşamlarının ilk yıllarından itibaren sürekli yoksulluk çekmiş ve yaşama yolunu suç işlemekte bulan çocukların oluşturduğu gruptur.
7-Psikopatik suçlular grubuna anti-sosyal kişiler, ahlak açısından yozlaşmış ve bozulmuş kimseler, kleptomaniler ve eşcinseller girer.
8-Hafif ve ağır psikotik hastalıklara bağlı davranış bozukluğu gösteren çocuklar da suça yönelik davranışlarda bulunabilirler.
Ülkemizde En Çok İşlenen Çocuk Suçu Türleri:
1-Şahsa Karşı İşlenen Suçlar
Ülkemizde bu suç grubundan hüküm giyen çocukların suç işleme nedenleri arasında adam yaralama ve cinayete kadar varabilen kişiler arası anlaşmazlık, kan davası, namus temizleme gibi sorunlar bulunmaktadır.
2-Mala Karşı İşlenen Suçlar
Mala karşı işlenen suçlar arasında hırsızlık, kamu malına zarar verme ve özel mülke izinsiz girme gibi suçlar bulunmaktadır.Yoksulluğun neden olduğu fizyolojik ihtiyaçların giderilmek istenmesi, anti-sosyal kişilik bozuklukları ve öz kontrol becerisinin gelişmemesine bağlı olan davranış bozuklukları mala karşı işlenen suçların nedenleri arasında gösterilebilir.
3-Cinsel Suçlar
Bu suç grubunun aynı cinse ya da karşı cinse yönelik suçlar oluşturmaktadır.Bu suçlara neden olan davranışlar cinsel dürtüleri kontrol edememe, evlenmek amacıyla kız kaçırma gibi davranışlar bulunmaktadır.
Çocuk ve Aile
Çocuk ana-babasının iyi ve kötü davranışlarını kendine göründüğü biçimde yansır. Doyurucu olduğu gibi kırıklığa da uğratabilen bu davranışlar kişiliğin ham maddelerini oluşturur. Çocuğun dış dünyayla bağlantı kurduğu sosyal deneyimler ailede kazanılır. ’Ben’ kavramı aile içi ilişkilerle kurulur. Özellikle yaşamın ilk yıllarında ana-babadan ayrı kalan çocuklar yaşadıkları sevgi ve ilgi yoksunluklarını ileriki yaşlarda başka yollarda arar ve suça yönelik davranışlarda bulunabilirler.
Çocuktaki kalıtımsal, biyolojik ve gelişimsel evrelere ilişkin özellikleri bilmeyen ailelerin yaptığı eğitim hataları, toplum ve yakın çevre ile birleşince çocuğu suça iten davranışlar ortaya çıkar.
Ergenlik döneminde ise ergen, içinde bulunduğu grubun idealleri ve sosyal standartları ile kendi davranışlarını değerlendirmektedir.
Ergen başarısını, yeteneklerini, ilgilerini grup isteklerine göre yöneltir.Kendisini ancak bu şekilde başarılı ve kabul edilmiş bir birey olarak görür.Değişen ve gelişen kişiliği içinde çevrede yeni değerler aramaya, kişiliğinin olgunlaşmasında rol oynayan özdeşleşme, özerklik ve sorumluluk kavramlarına yanıt bulmaya çalışır.Bu kavramlar ergene kişilik kazandırır, toplumsal ilişkilerini, toplumdaki yerini ve rolünü belirler.
Özdeşleşme ergenin aile bireylerinden başlayarak çevredeki kişilere, düşüncelere, kültüre doğru uzanan, gencin istemli ya da istemsiz olarak benimsediği düşünce, davranış ve tutumlardan oluşan süreçtir.Özdeşleşmenin oluştuğu ortamın toplumsal, ekonomik ve sosyal özellikler, bir yandan kişiliği oluştururken bir yandan da özerklik ve sorumluluk kavramlarını biçimlendirir.
Özdeşleşme kavramının ilk geliştiği yer ailedir.Ana-babanın çocuğa nasıl bir model olduğu ileride onun kişilik yapısını ,duygu ve düşüncelerini doğrudan etkiler.Ana-babanın olumsuz davranışları ve tutumları ileride çocuğun anti-sosyal davranışlarda ve haliyle suça yönelik davranışlarda bulunmasına neden olur.İlk çocukluk döneminde çocuk ana-babanın dışında televizyonlardaki dizi kahramanlarını da model olarak alabilir.
Burada teknoloji ve medyanın etkisi ortaya çıkmaktadır.Ana-babanın çocuğa verecekleri doğru eğitim çocukta iyi-kötü, doğru-yanlış kavramlarını oluşturur ve çocuk kimleri model alması gerektiğinin farkına varır.Okul çağı döneminde ise çocuk için model öğretmendir, ana- baba model olarak ikinci plana düşer.Ergenlik öncesinde model, arkadaşlar veya içinde bulunduğu grubun üyeleridir.Bu arada çocuk yakın çevresindeki bir yetişkini, akrabasını da model alabilir.
Ergenlik dönemi ve sonrasında ise yaşayan ya da geçmişin ünlüleri gençlere model olur.Bu arada genç belirli kişilerin dışında bir grubu ya da kurumu da model alabilir.
Özdeşleşme sürecinin doğru bir şekilde işlemesi için çocuklara ve gençlere yetişkinlerin rehberlik etmesi gerekir.Ana-baba ve öğretmenler kendilerine aşırı bağlılık ve bağımlılık eğilimlerini özendirmekten kaçınmalı, çocukların kendilerini tabiri caizse gözlerinde büyütmelerine meydan vermemeli ,çocuklara iyi ve doğru davranışlarıyla model olmalıdırlar.
Ana ve babalar;
-Öncelikle çocuklarını iyi tanımalı, onları ilgi ve yetenekleri doğrultusunda yönlendirmelidir.
-Çocuklardaki güven duygusunun pekiştirilmesi için onları faal ve yapıcı kılacak ortam hazırlanmalıdır.
Ana-babalar çocuklarına yeterince sevgi ve ilgi göstermelidir.Bunu yaparken de aşırıya kaçmamalıdır.
-Çocukların öz kontrol becerisinin gelişmesi adına yaptıkları girişimler engellenmemelidir.
-Çocukların içinde bulundukları dönemin özelliklerini bilmeli, davranışlarını ona göre düzenlemelidirler.
-Çocukları kardeşleriyle veya başka çocuklar ile asla kıyaslamamalıdırlar.
-Çocuklar istenmeyen davranış sergilediği zaman ceza olarak asla fiziksel şiddete başvurmamalı.
Çocuk ve Okul
Okul, çocuk için yeni bir dönemdir.Farklı arkadaşlar, farklı sorumluluklar kazandığı sürecin başlangıcıdır.Bu dönemde model ana babadan çok öğretmen ya da arkadaş grubunu üyeleridir.İyi bir eğitim süreci aynı zamanda insanın başarılı şekilde toplumsallaşmaya ulaştığı dönemdir.Okulun bu işlevini herhangi bir nedenle yerine getirmemesi, bireyin başarısını, gelişimini, uyumunu ve ruh sağlığını olumsuz yönde etkileyecektir.Eksik, yetersiz ve yanlış bir eğitim birçok sorunun kaynağı olabilmektedir.Bazen okul, çocukların gelişimine, uyumuna katkı sağlayacak yerde farkında olmadan tam tersi bir etki oluşturabilmektedir.Bunun sonucu da okuldan kaçmak, hırsızlık gibi suçların ortaya çıkmasına sebep olmaktadır.
-Çocuk okulu sevmelidir.Bunun için de çocuğun okula ilgisini çekecek, yeteneklerini geliştirebilecek fırsat ve ortamlar düzenlenmelidir.
-Eğitimciler her çocuğun birbirinden farklı olduğunu bilerek davranmalıdır.
-Ödül ve cezalar yerinde ve zamanında verilmelidir.Okuldan uzaklaştırma bir ceza yöntemi olarak kullanılmamalıdır.
-İstenmeyen davranışlar sergileyen çocuklara okul ve sınıflar içinde görevler verilmeli, olumsuz yönlerinden ziyade olumlu yönleri keşfedilmeli, bu yönlerin geliştirilmesi için çalışılmalıdır.
-Maddi yetersizliği olan öğrenciler belirlenerek bu öğrenciler için sosyal yardım kuruluşlarından yardım istenmelidir.
Uyum Ve Davranış Bozuklukları
Uyum, bireyin sahip olduğu özelliklerinin kendi benliğiyle içinde bulunduğu çevre arasında dengeli bir şekilde ilişki kurabilmesi ve bu ilişkiyi sürdürebilmesidir.Çocuk için olumlu çevre; güven veren, anlayışlı, sevgi dolu bir çevre olmalıdır.Bu çevreyi bulamayan çocuk, güvensizlik duygusunu yaşar, kimseye güvenemez, büyüklerin ilgisini çekmek için gereksiz davranışlar yapar.Bunlar bir sınırdan sonra çocuğun çevreye uyumunu bozar ve ‘Riskli Davranışlar’ dediğimiz şu davranışlar ortaya çıkar:
Şiddet Eğilimi
-Sık sık kavga etme
-Madde ve alkol kullanımı
-Evden kaçma
-Okuldan kaçma
-Kendine zarar verme
-Sokakta çalışma
-Riskli cinsel davranış
-Davranış sorunları
Okuldan Kaçma
Bu grupta değerlendirilen çocukların genel davranış özellikleri şunlardır:
-Okuldan kaçma bir yaşam tarzıdır
-Tek başına riski ifade etmez
-Düzenli olarak okuldan kaçarlar
-Okumayı reddetme vardır
-Devamsızlığı önemli boyutlardadır
-Okul başarısı düşüktür
Evden Kaçma
Son bir yıl içerisinde en az bir geceyi, evde bir sorunu takiben ailesinin haberi olmadan başka bir yerde veya sokakta geçirenler bu gruba girer.
Sigara, alkol ve madde kullanımı
-Günde en az bir sigara içen veya
-Son bir ay içerisinde 3 veya daha fazla gün alkol alan veya
-Bir kez diğer uyuşturucu veya uyarıcıları kullananlar bu grupta değerlendirilir.
Sokakta Çalışma
-Son bir ay içinde en az bir gün sokakta çalışan veya bir şeyler satanlardır.
Şiddet ve Şiddet Eğilimi Olanlar
-Son bir yıl içerisinde sık sık fiziksel bir kavga içinde yer alanlar
-Yaşamı boyunca bir kez dahi silah taşıyanlar bu grupta değerlendirilir.
Kendine Zarar Verme Davranışı
-Kafasını duvara vurma
-Duvara yumrukla vurma
-Sigarayla kendini yakma
-Kesici aletlerle kendini kesme bu gruptaki çocukların gösterdikleri davranışlardır.
Davranış Sorunları
-Sık Yalan Söyleme
-Otoriteye Sürekli Karşı Gelme
-Aşırı Hareketlilik
-Eşyalar, hayvanlara ve insanlara zarar verme
-Suç işleyen kişilerle birlikte bulunma bu grupta değerlendirilen çocukların davranışlarıdır.
Riskli Cinsel Davranışlar
-Toplumsal olarak kabul gören yaşlardan önce cinsel ilişkide bulunmak
-Cinsel ilişkilerinde uygunsuz eşlerle olmak
-Korunma olmadan cinsel ilişkiye girmek bu grupta değerlendirilenlerin genel davranışlarıdır.
Nedenler
Ailevi
Çevresel
Genetik
Psikolojik
Riskli davranışlar
Şiddet Eğilimi
Alkol, madde kullanma
Evden kaçma
Erken cinsel ilişkide bulunma
Okuldan Kaçma
Sokakta çalışma
Sık yalan söyleme
Kendine ve çevreye zarar verme
Aşırı hareketlilik
Dikkat eksikliği
Otorite ile sorun yaşama
Suç işleme
Çocukların Yaşadıkları Genel Sorunlar
-Etiketlenme
-Beceri eksikliği
-Yalnızlık,dışlanma
-Okuldan atılma
-Sağlık sorunları
-Yasal sorunlar
-Sokakta yaşama
-Ruhsal sorunlar
Aile ve Eğitimcilere Öneriler
Şiddet Uygulayan Çocuğa Yaklaşım
-Şiddet analizini yapın.Nedenlerini ve tetikleyici sebepleri belirleyin.
-Şiddet uygulama konusunda çocuğun algısının neler olduğunu öğrenin
-Şiddet uyguladığında verdiğiniz tepkilerde tutarlı olun
-Olumlu davranışları övün, pekiştirin
-Konulan kurallar açık, net ve tutarlı olsun
-Aileyi bilgilendirin ve sürece dahil edin
-Aile içinde şiddet uygulanıp uygulanmadığını kontrol edin
-Ev içindeki kuralların ve tepkilerin açık, net, tutarlı olması gerektiğini anlatın
-Okul rehber öğretmeni/psikolojik danışmanına yönlendirerek işbirliği yapın
Suça sürüklenen çocukların ıslahevinde oldukları sürece topluma kazandırma çalışmalarının başlaması, onların kendilerini sosyal dışlanmış bireyler olarak kendilerini hissetmemesi, bir daha eski olumsuz alışkanlıklarına dönüş yapmaması son derece önemlidir.Bu sebeple, cezaevi koşulları, denetimle ve diğer tüm alanlarla ilgili görevlilerin görevlerini tam olarak yapması açısından eğitimin ve bilincin önemi son derece başlangıçta ele alınması ve değerlendirilmesi gereken bir konudur.
İtalya’da çocuk haklarının güvencesi, sistemin felsefesi üzerine inşa edilen temel ilkelere dayanılarak getirilmiştir. 1) Uygunluk ilkesi Çocuk ceza davası, reşit olmayanların topluma yeniden entegrasyonunu hedeflemesi gerektiğinden, küçüklerin kişiliğine ve eğitim ihtiyaçlarına uygun -hem genel anlayışında hem de somut uygulamasında- olmalıdır.
2) Küçük saldırganlık ilkesi Bu ilke genel olarak, küçüklerin ceza sistemiyle temaslarının, kişiliklerinin uyumlu gelişimi için riskler yaratabileceğini, dolayısıyla dışlanmalarına neden olma riskiyle sosyal imajlarını bile tehlikeye atabileceğini akılda tutma ihtiyacına işaret eder. Bu, yargıçların ve uygulayıcıların, karar verirken, reşit olmayanların devam eden eğitim süreçlerini kesintiye uğratmamaya ve dolayısıyla ceza devresine girmelerinden mümkün olduğunca kaçınmaya çalışmaları gerektiği anlamına gelir. 3) Damgalanmama ilkesi Küçüklerin, bir ceza davasıyla temaslarını takiben ortaya çıkabilecek imajlarının tehlikeye atılmasını önlemek amacıyla, düzenlemeler, mahremiyetin korunmasını ve dış topluma karşı anonimliği garanti etme eğilimindedir.
Bu, özellikle kitle iletişim araçlarının küçüklerin kimliğiyle ilgili görüntü ve bilgileri yayma yasağı, ceza yargılamalarının genel ilkesine bir istisna olarak davanın dinleyici olmadan yürütülmesi (kapalı kapılar ardında dava diye adlandırılan) ve küçükler on sekiz yaşına geldiğinde adli sicil dairesinden adli sicil kayıtlarını iptal etme imkânı gibi çeşitli sistemlerle sağlanabilir. 4) Tutuklu kalma süresi ilkesi Bu ilkeye göre, düzenlemeler, hapis cezasının seçilecek son ve geride kalan tedbir olması için yeterli araçlar sağlar (son araçlar). 5) Ceza davasında seçicilik ilkesi Bu ilke, reşit olmayanların eğitim deneyimlerini ceza davasının kovuşturulması üzerine üstünlüğünü garanti etmeyi amaçlamaktadır ki bu da bir şekilde “kendi kendini sınırlandırmaktadır”.
Küçüğün kişiliği, ailesi ve yaşam çevresi ile beraber suçla ilgili olarak toplanan bilgiler zemininde dava, “olgunun (veya unsurun) ilişkisizliği” ibaresi ile sonuçlandırılabilir.Aynı görüşe göre, reşit olmayanların kişiliğine ilişkin bilgileri artırmak, değişme ve rehabilite olma kapasitelerini test etmek amacıyla, yargılama usulünü bir deneme programı anlamına gelen denetimli serbestlikle değiştirerek operatif bir yol başlatmak için dava askıya alınabilir. Bu yaklaşım, uluslararası standartları çocuk adalet sisteminin felsefesini oluşturan bir ilkeler ve uygulamalar sistemine dönüştürmeyi sağlayan İtalyan devletinin çok daha uzun deneyimini ortaya koymaktadır.
ÇHS’nin rolü söz konusu olduğunda, tüm Avrupa çocuk adalet sistemlerisessiz kalma hakkı veya polis,savcı ve yargıç tarafından dinlenilme hakkı gibi usule ilişkin güvenceler getirmiştir. Ebeveynlerin veya yasal vasilerin katılımı her ülkede bir rol oynar. Çocukların ebeveynleri usulün çok erken bir aşamasında bilgilendirilir ve birçok ülkede çocuklarının dâhil olduğu herhangi bir duruşmaya aktif olarak katılma fırsatı verilir. İstisnasız, bir ceza savunma avukatına danışmak mümkündür.
Yine de yasal savunmanın ne zaman zorunlu hale geldiği konusunda Avrupa ülkeleri arasında önemlifarklılıklar bulunmaktadır.Bazı ülkelerde gençlik adaleti işlemlerinin tamamı için zorunlu yasal savunma sağlanırken (örn. Estonya, Letonya ve Litvanya), diğer ülkelerde savunma avukatları belirli özel durumlarda veya “gerekli” görüldüğünde mahkemeler tarafından atanır (örn. Avusturya veya Almanya).
(Adli Sisteme Giren Çocuklarla Çalışmalar Yeniden Projesi)
İtalya’da, Çocuk Ceza Yasasının yargıca cezayı suça sürüklenmiş çocuğun kişiliğine göre uyarlaması için verdiği birçok enstrüman vardır, temel felsefe cezalandırma yönlendirme ve esnekliğinden esinlenmiştir. Yetişkin suçlulardan farklı olarak, İtalyan ceza ve usul hukuku, çocuklar için genel bir ultima ratio (yani son şans) kriterinden esinlenmiştir.
Bu anlamda tutukluluk,suça sürüklenen çocuk için geriye kalan bir olasılık olarak görülmektedir. Sosyal Hizmetlerin (yerel ve hükümet düzeyinde) ve ailelerin önemli bir rol oynadığı mahkumiyet biçimine (örneğin, göz hapsi gibi) özel önem verilmektedir. Ceza yolunun bu nedenle eğitici ve sorumluluk sahibi yapma hedefleri olmalıdır. Aslında davanın anlamını, içeriğini ve hatta kararların arkasındaki etik-sosyal nedenleri açıklamak hâkimin görevidir (D.P.R. 448/88 Madde 1).
Tüm Avrupa ülkeleri çocuklara para cezası uygulamaz (örneğin, Belçika, Bulgaristan, İtalya, Polonya veya Sırbistan para cezası uygulamaz), ancak çoğu ülke mahkeme öncesi veya mahkeme düzeyinde tasarruf olarak mağdur-suçlu arabuluculuğunu sunar. Pek çok ülke, suça sürüklenenin “ücretsiz iş yoluyla topluma geri ödeme” sunabileceği toplum hizmeti sağlar. Gözaltına almaktan kaçınmak için, tüm Avrupa ülkeleri, suça sürüklenen çocuklar için ya denetimli serbestlik ya da ertelenmiş cezalar getirmiştir.( Adli Sisteme Giren Çocuklarla Çalışmalar Yeniden Projesi)
Özgürlükten mahrum bırakan yaptırımların olumsuz etkileri ve riskleri, yetişkinlere göre daha savunmasız olan ve değer sistemleri, dünya algıları ve toplumdaki rolleri henüz tam olarak gelişmemiş (ki zaten çarpıtılmış veya zarar görmüştür) çocuklar için daha da ciddidir. Bu nedenle, uluslararası belgeler, özgürlükten mahrum bırakan yaptırımların yalnızca son çare olarak ve uygun olan en kısa süre için emredilmesi gerektiğini varsaymaktadır. (Adli Sisteme Giren Çocuklarla Çalışmalar Yeniden Projesi 2020)
Yetişkinler olarak, çocukların kültürü üzerine yapılan tartışmalarda, çocuklar ve onların değer yargılarını unutma eğiliminde miyiz? Konunun temelinde nitelik yatmaktadır- aynı şey çocuk kültürü söz konusu olduğunda da geçerlidir. Ancak önemli olan, yaklaşımların, hedeflenen gruplara göre farklılaştırılmasıdır. Çocuğa ve onun kendisini ifade etme yollarına karşı saygısızlık, yanlış yönlendirilmelere neden olabilir. Öncelikle, işe çocuklarla başlamamız gerekmektedir.
Onlara, kendi kültürel gereksinimlerini soralım. Onlardan öğrenelim ve çocuklarla yetişkinler arasında daha geniş bir diyalog oluşturabilecek deneyimleri yasallaştıralım. Eski Danimarka Sosyal İşler Bakanı, Aaase Olesen, 1988 yılı aralık ayı başında, hükümetin çocuklarla ilgili bildiriminde (Regeringens bprneredegprelse), bu noktayı vurgulamıştı: “Çocukların toplumdaki yeri, yalnızca hukuki bir sorun değildir; seçkin olma özellikleri de aynı derecede önemlidir.
Bu gerçek, yetişkinler dünyasının olgulara, nesnelere çocukların gözüyle bakmaya alışmaları gerektiği önkoşulunu ortaya koymaktadır. Çocuklar kendilerini, kendilerine özgü yollarla ifade etmektedirler. Onları iyi dinlemek biraz güç -hatta bıktırıcı- olabilir. Ancak, çocuklara kendi düşüncelerini dile getirme şansının verilmesi için bu gereklidir.”
(s.2). Bu nedenle, çocukların özgüvenlerini ve kişilik duygularını kuvvetlendirmek ve kendilerine gerekli yerin, değerin ve desteğin verildiğinden emin olmalarını sağlamak için, çocukların kültür konusunun bir parçası haline getirilmeleri zorunludur. Hükümet, 1987 yılında, çocukların koşullarını ve aile durumlarını incelemek üzere, 15 farklı bakanlığın temsilcilerinden oluşan, bir çocuk komitesi oluşturmuştur. Bu komite, çocuklarla ilgili olarak “Danimarka’da İyi Bir Çocukluk” adı altında, mevcut durumu tanımlayan ve çeşitli iyileştirme önerilerini de içeren bir faaliyet planı hazırladı. 1988 yılı ilkbaharında yayımlanan bu faaliyet planında, hükümetin çocuk politikasının temel amaçlarından bazıları tanımlanmıştır:
1. Çocuklar evebeynleriyle sürekli ve yakın ilişki içinde olmalıdırlar 2. Çocuklar çocukluklarını yaşamalıdırlar 3. Çocuklar toplumsal yaşamda yer alabilmelidirler 4. Çocuklara sorumluluklar verilmelidir 5. Çocuklar sağlıklı bir yaşam sürdürmelidirler (s.6). Çocuklar, bir taraftan, kültürel etkinlikleri yerine getirebilmeli ve bu etkinliklere katılabilmeliydiler. Diğer taraftan da her yaştan insanlarla bir birlikteliği paylaşmaları da gerçekten büyük önem taşımaktaydı. Bu amaçlar doğrultusunda, ülke çapında 5 yerel birimde, ‘ Çocuk Yurttaşlar Olarak Çocuklar ‘ projesi (Börn som medborgere) başlatıldı(Danimarka’da Çocuk Kültürü -Bente Buchhave ve Birgit Wanting).
Ole Vig Jensen’in (eski Kültür işleri Bakanı) Kültür politikası bildirimi ve programı (Kulturpolitisk redegprelse og ideprogram), 1989’dan itibaren, etkinliklerini çocukların kendilerinin tanımlayıp planladığı ve yürüttüğü, bu tür kültürel projeleri başlattı. “Kültür İşleri Bakanlığı, ‘Kendin Yap’ başlıklı, çocukları kendi kültürel projelerini başlatmaya özendiren, bir pilot projeyi yürürlüğe koydu. ‘Kendin Yap’ projesi, profesyonel yetişkinler tarafından oluşturulan çocuk kültürüne odaklanma eğilimini ortadan kaldırma konusunda bir girişimdi.
Projenin destek programının amacı, çocukların pasif alıcılar ve kullanıcılar biçimindeki rolünü, kültür yaşamında aktif katılımcılar rolüne dönüştürmekti. Çocuklara, kendilerini kültürel olarak, kendi deyimleriyle ve kendi olanakları dahilinde ifade etme şansının verilmesi, büyük önem taşımaktadır. Çocuklar, kendilerini kültürel projelerinden sorumlu hissettiklerinde, kendi kendilerini yönetmeyi, söz sahibi olmaya alışmayı ve kendi istek ve gereksinimlerini şekillendirmeyi öğrenmektedirler. Hükümet, 1989 bildiriminde, çocukların ve gençlerin genel koşullarını, kültür ve kültürel etkinliklerle bağlantısını kurmuştur.
Çocuk ve gençleri ilgilendiren bazı sosyal sorunların çözülmesi ve iyileştirilmesi için birçok kaynağın kullanıldığı bir zamanda, kültür değerli bir etken olarak kabul edilmektedir. Çocuklarla ilgili kültürel politika, aşağıda özetlenmiştir: Kültür İşleri Bakanlığına göre en önemli noktalar şunlardır: a. Yerel hükümet birimlerinde, çocuklar ve çocuk kültürü konusunda çeşitli bölümler arasında bir işbirliğinin geliştirilmesi; b. Kültürel dernek, kuruluşlar ve ilkokullarda, çocuklar için kültürel olanakların oluşturulması ve çocukların günlük yaşamlarında yaratıcı ve sanatsal yönlerinin geliştirilmesi; c. Çocukların kendi kültürel projelerini kontrol etme, planlama ve yürütmelerine olanak verecek etkinlik ve önerilerin geliştirilmesi. Bu, yalmzca bir nesilden diğerine miras şeklinde geçen kültürle ilgili olmayan, resmi bir kültürel politikadır(Danimarka’da Çocuk Kültürü -Bente Buchhave ve Birgit Wanting).
Çocuk ve Kültür Çalışma Komitesi (Kültür İşleri Bakanlığı tarafından 1975’te kurulmuştur), çocukların kültür alanında kendileri için özel bir çaba harcanmasına ilişkin haklarını destekleyici beş iddia sunmuştur: 1. Çocukluk döneminin, korunması ve çocukla birlikte büyüyüp gelişmesine izin verilmesi gereken, belli değerleri ve ifade biçimleri vardır. 2. Çocuklar, yalnız çocuk değildir ve birbirlerine hiç benzemezler. Küçük çocuklar ve okul çağı çocuklanmn gelişim, olgunluk ve yetenek özellikleri arasında büyük farklılıklar vardır. Bu durum, farklı yaş ve olgunluk derecelerini göz önünde bulunduran, kültürel bir çabayı gerektirir.
3. Çocuklar, kültürel etkinliklerin gelecekteki kullanıcı ve katılımcılarıdırlar. Bu nedenle, bir çocuğun bilinçli ve aktif bir katılımcı olarak yetiştirilmesi, aynı zamanda yarının kültürünü de düşünmek demektir. 4. Belli nitelikleri olan kültürel olanakların çeşitliliği, kitle kültürünün çocuklara sunduğu ticari önerilere karşı koymanın en iyi yoludur. Aynı zamanda, kültürel olanakların gerçekten açıkça duyurulduğu ve çocukların bunlara kendi evlerinde ulaşabildiği konusunda emin olmalıyız.
5. Danimarka’lı çocuklara, özellikle, çokuluslu kültürel endüstrinin kendini tehlikeli ve ciddi bir rakip olarak ortaya koyduğu bu dönemde, Danimarka kültürünün teminat altına alınması gerekir. Danimarka’nın çocuk kültürü, çocukların kültürel kimliğinin (Kültür begynder med B) teminat altına alınması için mutlak bir gerekliliktir (Bu anlamda “kültür” kelimesi, büyük “K” harfi ile ifade edilmelidir). Bu amaçlan gerçekleştirmek üzere Kültür İşleri Bakanlığı tarafından başlatılan projelerde, bölgeler ve yerel birimler için gayrimerkezi bir yapılanma izlenmiştir.
Bir bütün olarak çalışma komitesinin fikir ve teşvikleri, özel projeleri ve ekonomik desteği, illerdeki ve yerel birimlerdeki duyarlı kişilerin, ‘Kendin Yap’ ve ‘Çocuk Yurttaşlar Olarak Çocuklar’ adlı düzenlemelerin başlatılması konusunda yönlendirilmesine yardımcı olmuştur.
Burada, yerel birimlerin çocuklar için gerçekleştirdiği kültürel etkinliklerin, kapsamlı bir açıklamasının verilmesi gerçekten olanaksızdır. Kültürel-politik eğilimler ve gayrimerkeziyetçilik karmaşık bir tablo oluşturmak . Müstakil alanlara baktığımızda, sanatla ilgilenen kişilerin ön planda olduğunu görmekteyiz. Bunlar, öncü kişilerdir ve onların yönlendirmeleri ve katılımı, devlet görevlilerinin ve politikacıların yollarını açmaktadır(Danimarka’da Çocuk Kültürü -Bente Buchhave ve Birgit Wanting).
Bazı projeler -örneğin, “Skriverjomfruerne” (Yardımcılar), Arhus 1993 gibi- bölümler arası işbirliğinin, çocuk kütüphanelerinin gelişimi açısından, özendirici anlamda önem taşıdığını vurgulamışlardır. Eğer yarının çocuk kütüphaneleri, çocuklar ve gençler için kültürel anlamda aktif olabilecekleri ve kendilerine sunulan çeşitli malzemelerden yararlanabilecekleri ‘kutsal bir yer’ gibi kullanılacaksa, bu kütüphanelerin, bölümler arası çalışmaya katılacak şekilde hazırlanmaları gerekir.
Analizler, kültür tüketimi, kültür benimseme ve kültür üretkenliği arasında sıkı bir ilişki olduğunu göstermektedir. Bazı kişiler, bu projeye katılımlarının, kendilerinin kütüphanelerin varlıkları ve olanakları konusunda bilinçlenmelerine yardımcı olduğunu dile getirmişlerdir(Danimarka’da Çocuk Kültürü -Bente Buchhave ve Birgit Wanting).
Langeskov’da yaşayan ve boş zamanları değerlendirme etkinlikleriyle bağlantıları olmayan yaşlılar, özürlüler ve çocuklar ve gençler gibi, daha güçsüz olan topluluklarla özel olarak ilgilenilmesi gerekmektedir. Çocukların yaratıcılık ve kendi kendilerini yönetme duyularını harekete geçiren kültürel etkinlikler, mevcut, geleneksel ya da yeni boş zamanları değerlendirme etkinlikleri olduklarına bakılmaksızın teşvik edilmelidir. Olası en büyük destek, çocuklar ve gençler için, tatil eğlenceleri, festivaller, konserler v.b. gibi etkinliklere verilmelidir, (bkz. Fritids-og folkeoplysningspolitik, Langeskov, s.l)
Çocuk kültürünün, kendilerine büyüklerinden miras kalan bölümü söz konusu olduğunda, bu kültürün niteliği de (en geniş anlamda) oldukça önemli bir konu teşkil etmektedir. Kültürel etkinlikler, algılama ve yaratıcılığın gelişimine yardımcı. olabilir. Çocuklarla ilgili herhangi bir kültürel girişimin ilk hareket noktası, çocuklarla yetişkinleri bir araya getirmek olmalıdır. Katılım ve vizyon çok önemlidir-kültür asla durağan olmamalıdır.
Kültürel bir aracı ve bir çocuk kütüphanecisi olarak, kişi kendini kültürel çalışmalara adamalıdır. Bu kişinin temel amaçları tanımlaması. ve bunların öncelik sırası hakkında karar vermesi gerekir. Bu önceliklerin. belirlenmesi, ekonomik sıkıntıların yaşandığı günümüz döneminde neredeyse kaçınılmaz hale gelmektedir. Kütüphane kanunu, çocuk kütüphanelerinin izlemesi gereken koşulları belirlemektedir.
Ancak, bizler, çağdaş çocuk kütüphanelerinin gereksinimlerini ortaya koymak için, yaratıcılığımızı olduğu kadar hayal gücümüzü de kullanmak zorundayız. Bu sorumluluğu üstlenmekten kaçınmamak ve çocukları kendi araçlarıyla başbaşa bırakmamak çok önemlidir. Bizim görevimiz eğlendirmek değildir-gerektiğinde sorunlara eleştirel gözlerle bakmamız gerekir. Bu, bizim misyoner olduğumuz anlamına da gelmemektedir.
Bizler, kültürün ve çocukların elçileriyiz. Gerçeği ortaya koyan bu görüş, Danimarka çocuk tiyatrosu tarafından sergilenmiştir. Beth Junker, 15 Mayıs 1990 tarihinde, Danimarka gazetelerinden biri olan Politiken’de “çocuk tiyatrosunu gerçek bir sanat sahnesine dönüştüren, çocuk tiyatrosunun bu görüşü benimseme ve ortaya koyma cesaretidir” diye yazmıştır. Gelecekte, çocukları ve çocuk kültürünü ciddiye alan herkese konuyla ilgili her alanda talepler yönelecektir.
Hayal gücü, günümüzün vazgeçilemez unsurlarından biri haline gelecektir.Yeni bileşimlerin meydana getirilmesi gereklidir, ancak, heyecan ve çoşku da, ilerleme açısından iyi bir şanstır. Birliktelik -hiçbir sınır tanımadan- yeni amaçlar ve çabaları birleştirme anlamını taşıyacaktır. Kültürel etkinlikler ve olanakların planlanmasında bugünü yakalamalı, bugünün çocuk ve gençlerinin sesini dinlemeli ve görüşlerini ön planda tutmalıyız. Bu işin nabzım tutanlar da aslında onlar, yani çocuklardır.
Bir kültür tanımı yapılacaksa, bu konuda onların da yorumlarının alınması kaçınılmazdır. Çocuklar, bu durumda, sizleri, yani yetişkinleri, bir anlamda utandıracak düzeydeki, çeşitlilik, hazırcevaplık ve hayal gücü dolu bir sunu ile ödüllendireceklerdir. Kuramlar ve amaçlar önemlidir. Ancak bunlar her zaman gerçeklerle örtüşmemektedirler. Çocuk kültürü konusunda kuram ve uygulamayı birlikte yürütmek, işin en zor olan kısmıdır. Ama uygulama olmadan dünyadaki tüm kuram ve amaçlar yok olmaya mahkûmdurlar(Danimarka’da Çocuk Kültürü -Bente Buchhave ve Birgit Wanting).