Erol Hanlıgil

Erol Hanlıgil

DİLSİZ MİSAFİR...

DİLSİZ MİSAFİR...

Zamanın avuçlarından süzülen her ân, ölüme bir adım daha yaklaştırır bizi. Fânî bedenin içine hapsolmuş ruh, bir ömür boyu ebedîlik hülyasıyla yanar. Oysa dünya, bir misafirhânedir; ve biz, adı konulmamış bir hicretin yolcularıyız.

Ne gökyüzü bize ait, ne toprak… Her şey emanet, her şey zâhir; hakikat ise, bir kefenlik mesafededir. Zamanın koynunda ürkekçe titreşen bir ömür, avuçlarımıza sığmayan anlarla bezeli, her biri bir başka hicranla imtihan edilen sessiz bir yolculuktur. Gök kubbenin altında yitip giden her nefes, bizi farkına varmadan vuslata, bir başka âleme çağırır. Ömür dediğin; gölgesi uzun, sureti silik bir hayâldir. Ve her hayâl gibi, uyanınca biter.

İnsan, ne çok vehmeder kendini. Koca cihânı içinde taşıdığını sanır, oysa bir solukla söner. Göz açıp kapayıncaya dek geçer ömür. Bir nefes alırken doğar, verirken eksilir. Her tebessüm, bir vedâya gebedir. Her adımda azâba veya huzura yürür.İnsan, bir rüyanın içinde saklı düş, bir dize kadar kısa, bir iç çekiş kadar derindir. Bitmek bilmez, bir arzuyla kudret sandığı sonsuzluğu arar; oysa kendi faniliğinin içinde kaybolmuştur. Her adım, her niyet, bir gidişin habercisidir. Her tebessümde gizlenen vedalar vardır; her bakışta kalan son bakış ihtimali…

Ölüm… En sessiz hakikattir. Ne ses ister, ne izin. Bir gece vakti ansızın gelir; göğsünde bir ürperti, dilinde yarım kalan bir kelâm bırakır. Ne zengin tanır ne fakir, ne unvan arar ne isim. Her yüreğe aynı soğuklukla dokunur. Ölüm dilsiz bir misafirdir. Ne vakti bildirir, ne iz bırakır. Bir rüzgâr gibi eser geçer içimizden. Fakat ardından bıraktığı sessizlik, bin kelâmın yankısıdır. Ve o sessizlikte, en çok içimizdeki çığlıklar konuşur. Çünkü ne zaman ki bir yürek susar, en çok o zaman işitiriz içimizdeki gerçek sesi.

Ruh, o mukaddes misafir ki bir gün öz vatanına, semâya döner. Ve biz, ardında bir avuç toprak, birkaç gözyaşı ve biraz da geç kalmışlık bırakırız. Mezar taşlarına sığmayan dualar ederiz. Lâkin bilmeyiz ki, en çok yaşarken unuturuz ölmeyi. Ezelden gelen bir ıtır gibi mis kokulu, içimizde hapsolmuş bir hatıradır ruhumuz. Her gece yıldızlara bakarken bir parçamız o göğe özenir, çünkü bilir: asıl menzil, bu zâhir dünya değil. Her ezanla biraz daha ayrılır kalbimiz dünyadan. Ve her seher vakti, biraz daha yaklaşır sonsuzluğa…

İnsanoğlu, ne kadar büyürse büyüsün, toprağa sığacak kadar küçüktür. Her nefes, az biraz ayrılıktır. Her doğan gün, bir yokluğa daha yaklaşır. Hayat, bir kandilin titrek alevi gibidir; rüzgârı bol, süresi meçhul. Kudret sandığımız her şeyin altında kırılır kalbimiz. Dünya bir sahne, biz figüranız. Yazgımız bellidir, ama repliklerimiz eksik kalır çoğu zaman.

Sinesinde nice sırları saklayan, nice gözyaşını emen sessiz yoldaştır toprak. Her çöküş, ona doğrudur; her yükseliş, onda son bulur. Ve biz, toprağa karışırken değil, yaşarken unuturuz aslında topraktan geldiğimizi. Toprağın koynunda susan nice hikâyeler vardır. Her biri bir çığlık, her biri yarım kalmış bir hayaldir. Lâkin orada ne acı dillenir, ne kelâm tamamlanır. Çünkü ölüm, kelimelerin bittiği, duanın başladığı yerdir.

Hayatın ipliği inceciktir her an kopmaya hazır. Her tebessüm, mukadder bir hüzne bağlanır. Gördüğümüz rüyalar, meçhul uykulara karışır. Ne vakit ki kalbimiz usulca çarpmaya başlar, bil ki ruh, menziline varmak üzeredir. Ve ne zaman ki gökyüzü daha mavi, toprak daha sessiz görünür; o vakit bir yolcu daha varır öz yurduna, sessizce…

Bu dünyada insan, acz içinde bir gariptir. Ne nefesi elindedir, ne kalp atışı. Her sabah uyanış, bir bağıştır; her akşam batışı bir hatırlatmadır. Hasılı hayat, her anı kıymetle bezemesi gereken bir emanettir. Gönül, bir mihrap gibi temiz tutulmalı; söz, vebâl taşımamalı; bakış, edep çizgisinden sapmamalıdır. Zira ne mülk kalır elde, ne servet, ne de şöhret.

Sâdece hâl ile yoğrulmuş bir ömürdür mezarda yâran. Geriye dönüp baktığında, ardında kalan iz değil, gönüllerde bıraktığın huzurdur seninle gelen. Ve insan, ölümle tanışmadan evvel, hayâtı bir kıyamet uykusu gibi değil, bir rahmet uyanışı gibi yaşamalıdır. Ölüm var diye değil hayat emanet diye iyilikle yoğrulmalıdır ömür. Zira ölüme yakın olan, aslında hayâta en derin mânâyla tutunandır. Ve insan, faniliği idrâk ettiği kadar hakîkati kavrar.

Bu yazı toplam 1584 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YASAL UYARI: Yazılan yorumlar hiçbir şekilde Hakkarihabertv.com’un görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır. Yorumlar, yazan kişiyi bağlayıcı niteliktedir.
Erol Hanlıgil Arşivi

Bir Ömürlük Dua :ANNE

11 Mayıs 2025 Pazar 11:02

BİR UMUDUN ARDINDAN…

04 Mayıs 2025 Pazar 10:53

HAKKARİ'DE YİTİP GİDEN CANLARA BİR VEDA

23 Nisan 2025 Çarşamba 18:15

Yol arkadaşı; ÖĞRETMEN'dir

24 Kasım 2024 Pazar 12:51

Zaman

09 Ekim 2023 Pazartesi 21:29

Sen hep.. (Kardelen)

10 Şubat 2021 Çarşamba 20:41

İNSAN OL EVLAT..!

30 Aralık 2020 Çarşamba 18:40

EHLİYETİNİZ VAR MI?

14 Eylül 2020 Pazartesi 21:28

Guşe-i Uzlet

10 Aralık 2019 Salı 22:58

NEME LAZIM..

08 Ekim 2019 Salı 14:57