Erol Hanlıgil
Bir öğretmenin sessiz vedası
ne de bir bakış kadar soğuk… Her sabah dua gibi girerdi sınıfına, İlminden önce kalbiyle dokunurdu evlatlara. Bazı isimler, yüreklerde, gönüllerde, hatıralarda ve en önemlisi dualarda yer bulur. Saim AKAN … Daha söylerken bile dilimiz sükûta duruyor, yüreğimizde bir boşluk çınlıyor. Genç yaşta vuslata yürüyen bir öğretmenin ardından kaleme sarılmak, kelimelerle acıyı anlatmaya çalışmak, çırpınan bir kuşun göğe yetme çabası kadar yetersiz…
Kimi vedalar kelimelere sığmaz, kimi acılar yürekten taşar da gözyaşına bile sükût düşer. Hakkâri’nin yüce dağlarına, Zap Vadisine, insanların kalbine bu kez derin bir hüzün çöktü. Ders zilinin sesi bu kez daha hüzünlü çaldı Hakkâri’de…Gönlüyle öğreten, bilgiyi sevgiyle yoğurup nesillerin kalbine işleyen bir öğretmenin ardında bıraktığı tarifsiz sızıyla baş başayız. Daha vakitsiz, daha doyamadan, daha nice hayale el uzatamadan... Gök kubbenin altında suskunluğa büründü sınıflar, kara tahtalar sessiz, sıralar yetim şimdi.
Gök, o sabah biraz daha griydi sanki… Okulun bahçesinde yankılanan çocuk sesleri bile buruk bir melodiydi artık. Bir öğretmenin ardından suskun kaldı kelimeler, solgun düştü duvarlardaki afişler. Saim Öğretmen’in yokluğu, sadece bir sıralık boşluk değildi; bir ömürlük ışığın ansızın sönmesiydi. Çünkü o, tahtaya sadece harfleri değil; yüreğe merhameti, akla umudu yazan bir bilgeydi.
Saim Hoca sadece bir öğretmen değil, aynı zamanda bir abiydi, bir dosttu, bir yol göstericiydi. Öğrencilerine sadece İngilizce değil; ahlakı, erdemi, edebi, vicdanı da öğretti. Vefatıyla nice kalp hizaya durdu, nice dua semaya karıştı. Ölüm erkendi belki, lakin ardından bırakılan izler, zamanın bile silemeyeceği kadar derin...Öğretmenlik öyle bir meslektir ki, yalnızca bilgiyi değil, merhameti, sabrı, sevgiyi de öğretir. Gönül işidir, ruh işi... Ve işte o gönül, bir anda Rabbine yürüdü.
Öğrencilerinin tebessümünde iz bırakan, velilerin duasında adı geçen bir güzel insandı. Öğretmenler Günü’ne ramak kala, bir hoca daha ebedî derse çağrıldı. Ne hazindir ki, artık bir çiçek daha eksik olacak kürsülerde, bir alkış eksik, bir kalp fazla kırık kalacak her 24 Kasım’da...
O bir öğretmendi… Lakin yalnızca tahtanın başında değil, kalplerin tam ortasında ders verendi. Harfleri heceletirken hayatı da öğreten, dil bilgisinin yanında vicdan bilgisi veren bir bilgeydi. Her çocuğun gözünde bir umuttu, bir ışık, bir yön. Şimdi ise ardında sessizce ağlayan sıralar, yetim düşmüş bir kürsü ve yürekleri dağlayan bir eksiklik bıraktı.
Zaman bazen kıyıya vuran bir dalga gibi alır götürür en kıymetli olanı. Ve bu kez vakitsiz bir ayrılıkla Saim Hoca gitti. Gençti… Hayallerle doluydu… Dolu dolu bir ömrün henüz başındaydı. Ama bazen Allah, sevdiklerini erken çağırır. Belki de bu dünya, onun kadar zarif bir kalbi taşıyamayacak kadar hoyrattı. Saim Hoca da işte tam olarak böyleydi. Ardında unutulmayacak bir iz, silinmeyecek bir isim, eksilmeyecek bir özlem bıraktı.
O şimdi rahmetle yâd edilmekte, dualarla anılmakta. Ne bahtiyardır ki, ardında helalliği olan bir ömür, ardından gözyaşına karışan saygı, sevgi, hürmet bıraktı. Bizler inanırız ki, Rabbimiz sevdiklerini erken çağırır. O da kalbiyle, adanmışlığıyla, gönlünü mesleğine vakfetmiş haliyle o çağrıya icabet etti.
Ve geriye kalan bizlere bir ders düştü: İnsan neyle yaşarsa onunla anılır. Saim Hoca ilimle, irfanla, vefayla yaşadı. Öyle de anılacak. Biz, kalbimize yazdık adını öğretmenim; çünkü bazı insanlar gitse de, bıraktıkları izler asla silinmez. Rabbim rahmetiyle sarsın… Mekânı cennet, makamı ali olsun. Sevenlerinin, öğrencilerinin ve ailesinin gönlündeki yerin hep müstesna kalacak.