Mavi gözlerin beklediği vefa

Eskileri düşünüyordu bu aralar sıkça. O zamanlar ayakkabısının topuklarını yere vura vura gençliğinin ve deli akan kanının mesajını verirdi.

Şimdilerde ise yetmişli yaşlarındaydı ve yapayalnızdı. Eşi Sakine üç yıl önce vefat ettikten sonra unutkanlığı artmış ve sendeleyerek yürümesi adeti olagelmişti. Herhangi bir fiziksel rahatsızlığı olmasa da ruhu çok yorgun ve yıpranmıştı.

Hatırlayabildiği anlar, gençliğindeki aslan yelesi saçlarını görüyordu aynada ve gülümsüyordu. Ağırlığına aldırmadan kaldırabildiği un çuvalları gözünün önünde bir bir yere dökülüyordu ve işte her yer bembeyazdı…Sonrası mı? Sonrası yok. Unutkanlığı bitmeyen bir dizi ya da devamı yüzlerce kez çekilen sinema filmine dönüşmüştü.

Sahi çocukları neredeydi? Altı Çocuğu vardı. Üçü Almanya’da. Diğer üçü ise Yurdun diğer köşelerine yerleşmiş ve çocukları ile hayat serüvenlerine devam ediyorlardı. Mehmet Dede eline tutuşturdukları akıllı telefonu nasıl kullanacağını hatırladığı anda dahi sadece rastgele bir numarayı işaretleyip öylece ekrana bakıyordu. Karşıdaki ise “yanlış aradı galiba” deyip dönmüyordu bile.

Hakikaten zaman mı çok değişti, teknoloji mi aldı tüm duyar ruhumuzu ve organlarımızı? Her şey sadece teknolojinin kabahati mi? Yoksa bilemedik mi harmanlamayı, hem değerlerimizi koruyup hem gelişmeyi beceremedik ve bazı şeyleri yanlış mı anladık? Peki çok mu geç kaldık, döndürebilir miyiz zamanı geriye?

Mehmet Dede’nin bu sorulara cevap verecek mecali de yoktu, ruhu da ruh eşinin göç edişinden sonra iyice çökmüştü. Yalnız ölmeyi bile kaygı edemiyordu ve çoğu zaman komşuları Ayşe’nin hazırladığı ekmeğin bile farkına varamıyordu. Ayşe, Mehmet Dede’nin yanına tekrar gelince, O’nu masum bir çocuk gibi elini yanağına dayamış görünce hıçkırıklara boğuluyordu. Üstelik ekmeğinden bir parça bile yemek aklına gelmiyordu.

Daha dün eli ayağı tutuyorken, çocuklarını okutmak için el kapılarında çalışıyorken, çocuklarının her ateşi çıktığında sabahlayan güzel gönüllü insan bugün işte yapayalnızdı. Arada bir muhtar geliyordu, komşular gözlüyordu ama nafile. Göç eden ruh eşi ve işleri bir türlü bitmek bilmeyen çocukları kalan zahiri de zifiriye çevirmişti.

Hani derler ki “Vefa sadece bir semt adı değildir”. Öyle tabi, vefa, başta canlıya değer vermektir, sırf canlı olduğu için, dostluğa, iyiliğe, arkadaşlığa, ihtiyacı olana sahip çıkmaktır.

Birkaç gün sonra Mehmet Dede çok rahatsızlandı ve artık kendi kendine konuşmaya başlamıştı kısık sesle:

“Mavi gözlerim bir evlat bekledi, ocağıma neşe, yuvama can diye.Çocuk babası oldum, evin direğiydim.Ama gel gör ki belim büküldü düştüm.Yüreğim ikiye ayrıldı.Ruh eşim göçtü, evlatlarım sanki kayboldu.Geride kırık yeminler ve büyük bir korku kaldı.Kapımı kapattım, paslı kilidi vurdum yaşama.Şimdi işte gidiyorum gerçek bir aşka.Öyle bir aşk ki ödül bana.Mavi gözlerim iki kez yandı, bir kez de şimdi işte şenlendi.İlkinde kaybettim, ikincide yeniden kendime geldim”…diyerek ve son nefesinde de kelime-i şehadet getirerek gözlerini bu yamalı vefa ile donatılmış hayata yumdu.

Bu yazı toplam 3900 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YASAL UYARI: Yazılan yorumlar hiçbir şekilde Hakkarihabertv.com’un görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır. Yorumlar, yazan kişiyi bağlayıcı niteliktedir.
Leyla Sapmaz Arşivi

Vicks vaporub ve hukuki boyutu

25 Aralık 2025 Perşembe 13:49

Şişmanfobi ve hukuki boyutu

23 Aralık 2025 Salı 10:01

Sağlıkta beyin taramaları ve hukuki boyutu

18 Aralık 2025 Perşembe 09:42

Vicdanın eşiği, emeğin onuru ve liyakat

15 Aralık 2025 Pazartesi 10:10

İnsan faktörünün derinliği

11 Aralık 2025 Perşembe 15:16

Katalepsiyi kusan bir şehir

09 Aralık 2025 Salı 13:32

Glp-1 ve hukuki boyutu

08 Aralık 2025 Pazartesi 10:48

Çocuk, değer ve gelecek kalkanı

04 Aralık 2025 Perşembe 14:43

Kiralık hesap tuzağı

02 Aralık 2025 Salı 15:47