SOYKIRIM SUÇU VE APARTHEİD
Soykırım suçu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 76. maddesinde düzenlenmiştir. Madde metni;
“TCK Madde 76- (1) Bir planın icrası suretiyle, milli, etnik, ırki veya dini bir grubun tamamen veya kısmen yokedilmesi maksadıyla, bu grupların üyelerine karşı aşağıdaki fiillerden birinin işlenmesi, soykırım suçunu oluşturur:
a) Kasten öldürme.
b) Kişilerin bedensel veya ruhsal bütünlüklerine ağır zarar verme.
c) Grubun, tamamen veya kısmen yokedilmesi sonucunu doğuracak koşullarda yaşamaya zorlanması.
d) Grup içinde doğumlara engel olmaya yönelik tedbirlerin alınması.
e) Gruba ait çocukların bir başka gruba zorla nakledilmesi.
(2) Soykırım suçu failine ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir. Ancak, soykırım kapsamında işlenen kasten öldürme ve kasten yaralama suçları açısından, belirlenen mağdur sayısınca gerçek içtima hükümleri uygulanır.
(3) Bu suçlardan dolayı tüzel kişiler hakkında da güvenlik tedbirine hükmolunur.
(4) Bu suçlardan dolayı zamanaşımı işlemez.” şeklindedir.
Gerek savaş gerekse barış zamanında işlenebilecek suçlar olan insanlığa karşı suçlar ve soykırım suçunun, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yargılama yetkisine giren diğer iki suç olan saldırı ve savaş suçundan, temelde tüm insanlığı hedef alması itibariyle ayrıldığı söylenebilir.
Erdemovic Kararında bu husus yargılamanın hakimleri tarafından vurgulanarak savaş suçlarını yasaklayan kuralların yasayla korunan bir özneye yönelik olarak suçun failinin suça sebep olan davranışıyla ilgili olduğu, oysa insanlığa karşı suçları yasaklayan kuralların failin yalnızca doğrudan kurbanına yönelik davranışıyla değil sistematik, yaygın bir politikanın parçası olarak insanlığın tümüne yönelik davranışıyla ilgili olduğu belirtilir.
Bu haliyle ise insanlığa karşı suç kavramı Erdemovic yargılamasındaki hakimler tarafından Kant’ın 1795’de yeryüzünün herhangi bir yerindeki hukuk ihlalinin her yerde hissedileceğine ilişkin fikrinin modern tercümesi olarak değerlendirilir(The Prosecutor v. Erdemovic Case No.IT–96–22–T, Appeals Chamber Judgement 07.10.1997, paragraf 21. Erişim Tarihi 27 Aralık 2022).
İnsan onurunu ihlal eden, insan hakkı ihlallerinin çok daha ötesinde olan insanlığa karşı suçlarda, failler insan onurunu hedeflemekle kalmayıp aynı zamanda mağdurlarını toplumun bir üyesi dahi olmayan, insandan aşağı bir varlık sayarlar(Jonathan Yovel, ‘How Can a Crime Be Against Humanity: Philosophical Doubts Concerning a Useful Concept’ (2007) 11 (1) UCLA Journal of International Law and Foreign Affairs 39, 47). İnsanlığa karşı suçlar, devletlerin insanlığa karşı girişilen insanlık dışı eylemlerine yönelik kullanılan bir kavram olmuştur.
Her ne kadar devletler maddi anlamda suçun doğrudan faili olamasalar ve devletlerin suç işlemesinden söz edilemese de özel kişiler tarafından devletlere atfedilecek belirli bir politika doğrultusunda gerçekleştirilen ve o kişilerin suç kapsamına giren fiillerinden dolayı devletlerin hukuki sorumlulukları gündeme gelebilir( Devletlerin uluslararası sorumluluğunun değerlendirildiği bir çalışma için bkz. Hatice Geyik, ‘Devletlerin İnsancıl Hukuk Kurallarının İhlali Nedeniyle Sorumluluğu’ (2016) 24(2) Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi). BM Şartının ilanına kadar da kavram azınlıklara yönelik devlet faaliyetleri için kullanılmıştır(Ezeli Azarkan, Nuremberg’ten La Haye’ye Uluslararası Ceza Mahkemeleri, (Beta Yayınları 2003) 88).
Soykırım, millî, etnik, ırkî veya dinî bir grubu tamamen veya kısmen yok etmek özel kastıyla işlenmesini gerektirdiği için benzersiz bir suçtur. Sırf mensubu oldukları din, ırk, etnik köken ya da milliyet nedeniyle grup mensuplarını öldürme, onlara ciddi surette bedensel ve zihinsel zarar verme, grubun yaşam şartlarını değiştirme, grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbir alma, grup mensubu çocukları zorla başka gruba nakletmek soykırım suçunu oluşturmaktadır.
Suç olarak tanımlanmasındaki amaç etnik, din, ırk gruplarının yok edilmesini önlemek, “bu grupların dünyaya gelecekte yapacağı katkıları” korumak (Lemkin, 1944, s. 91), söz konusu grupların yok olmamasındaki “uluslararası toplum menfaatini” (Drost, 1959, s. 124; Kreß, 2006, s. 465) ve insanlığın çok çeşitli zenginliğini (International Criminal Tribunal for the Former Yugoslavia [ICTY] - Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi), Kristic, IT-98-33-A, 2004, paragraf (para.) 36) kollamak, en önemlisi de “ahlak ve adalet duygusu” nu korumaktır (Lemkin, 1944, s. 93).
Hukuk düzeni, haklar, yükümlülükler ve bunların ihlâli halinde ortaya çıkan sorumlulukların belirlendiği sistemi ifade eder. Bir hukuk düzeninin paydaşları, adaletin korumasından faydalanmak ve düzeni korumak için sistemin belirlediği yükümlülüklere uymayı tercih ederler. Hukuk, öncelikle bir irade tezahürüdür (Hafızoğulları, 1996, s. 4).
Uluslararası hukukta sorumluluk, uluslararası hukuk düzeninde önceden belirlenmiş yükümlülüklerini yerine getirmeyen uluslararası hukuk kişilerinin uluslararası hukuk kurallarını ihlâl etmeleri nedeniyle doğan zararın giderilmesini ve tazminini ifade etmektedir (Doğan, 2016, s. 477-500; Meray, 1962, s. 620; Şen, 2010, s. 200-205).
Devletlerin uluslararası hukuka aykırı eylemleri haksız fiildir ve devletler ihlâlin sebep olduğu zararı tazmin etmelidirler (Pazarcı, 2021, s. 399-425). UAD Statüsünün 38. maddesi, Devletlerin uluslararası sorumluluğunun “Devletlerce açıkça kabul edilmiş kurallar koyan uluslararası bir anlaşmanın, örf-adet hukukunun, hukukun genel ilkelerinin belirlediği kuralların ihlâlinden, devletlerin tek taraflı işlemlerinden veya uluslararası hukukun diğer kurallarından kaynaklanabileceğini” ifade etmektedir (Cassese, 2010, s. 416; Crawford ve Olleson, 2003, s. 450).
Devletlerin uluslararası hukuk kurallarına ilişkin sorumluluğu değişmemekle birlikte uluslararası hukukun emredici normlarının ihlâli, bir bütün olarak uluslararası topluma karşı bir yükümlülük doğurmaktadır ve tüm Devletlerin sorumluluğa başvurma hakkı doğmaktadır (Commentaries, 2001, (Article 40) s. 110-112, para 1-7).
Soykırım suçunun emredici normlarının ciddi ihlâli olduğu yargısını UAD, Bosna Hersek-Yugoslavya Federal Cumhuriyeti davasının ön hazırlığında itirazları değerlendirirken yapmıştır (ICJ, Judgement, Preliminary Objections, 1996, s. 616, para.31). UHK’nın 40. maddeye ilişkin Yorumunda da UAD’nın bu hükmüne atıf bulunmuş ve soykırımın kendi başına uluslararası toplumun tamamının menfaatlerini koruyan yükümlülüklerin ciddi bir ihlâli olduğu vurgulanmıştır. Soykırım suçunun doğası gereği ‘geniş ölçekte kasten ihlâl’ içermesi nedeniyle ciddiyet koşulu da sağlanmış olmaktadır (Bonaf, 2009, s. 104-108).
Kişinin uygunsuz saiklerle veya kamu gücünü kötüye kullanarak yaptığı eylemler de görünüşte resmi bir sıfatla veya otorite görüntüsü altında hareket ettiği durumlarda Devlete atfedilebilecektir .
Soykırım Suçunu Önleme ve Cezalandırılması Sözleşmesinin 4. maddesi, Sözleşmenin üçüncü maddesinde gösterilen fiilleri işleyen kişilerin yasal olarak sorumlu yöneticiler veya kamu görevlisi olmaları durumunda dahi cezalandırılacaklarını düzenlemektedir (Görev başında bulunan devlet başkanlarının yabancı devlet ülkelerinde kişi ve yargı dokunulmazlığına sahip olması uluslararası örf adet kuralıdır. (Hüseyin Pazarcı, Uluslararası Hukuk,
20. Baskı, Turhan Yayınları, 2021, s. 406) .Soykırım Sözleşmesi ve Roma Statüsü (m.27) taraf devletler bakımından dokunulmazlığın uluslararası suçlardan doğan cezai sorumluluk nedeniyle uluslararası mahkemeler önünde yargılanmayı kapsamadığını vurgulamaktadır.
Suçu işleyen kişiler anayasal dokunmazlıkları dahi olsa soykırım suçu söz konusu olduğunda korunmayacaktır ve yargılanmaları, cezalandırılmaları gerekecektir(“1. Dünya Savaşı sonrasında İtilaf Devletleri ile Almanya arasında imzalanan Versay Antlaşması’nın 227. maddesi Kayser II. Willhelm’in yargılanmasını, 228-230.maddeleri de bu amaçla kurulacak uluslararası mahkemenin dayanacağı ilkeleri düzenlemektedir.
Uluslararası mahkeme kurulamamıştır ancak Almanya’nın Leipzig’de ulusal bir ceza mahkemesi kurarak yargılamaları gerçekleştirilmesi hususunda uzlaşı sağlanmıştır. Ne var ki Almanya, savaş suçlusu olduğu ileri sürülen komutan ve siyasetçileri yargılamayı Alman Ceza Hukukunda insanlığa karşı suç diye bir suç tipi olmadığı gibi gerekçelerle ya da gerekçe de göstermeden reddetmiştir.”
Bkz. Doğan, age. 504-507. Lemkin’in önerilerinde de görülen ve 1948 tarihli Sözleşmeye 4, 5, 6 ve 7. maddeleriyle yansıyan kimi hükümlerin 1. Dünya Savaşı sonrasında suçluların yargılanması konusundaki başarısız girişimler ve 2. Dünya Savaşı sonrasındaki Nürnberg ve Tokyo yargılamalarındaki tecrübelerin etkili olduğu anlaşılmaktadır.).
BM Genel Kurulu 11 Aralık 1946 tarih 96/1 sayılı kararında soykırımı uluslararası suç olarak nitelendirirken soykırımı, bütün bir insan topluluğunun var olma hakkının inkârı şeklinde tanımlamıştır (Schabas, 2000, s. 45).
Güney Afrika’daki ırkçı rejimi anlatmak için kullanılan “apartheid” kelimesi, Hollandacadan gelmiştir ve “ayrımcılık” anlamına gelmektedir (Bilgio, 2017).
Tüm bunlardan sonra İsrail Devletinin Filistin Devletine yönelik yıllardır süregelen, sistematik şekilde ilerleyen, küçük ya da büyük katliamlarla sistematik zirciri sürdürdüğü zulme değinmek de fayda vardır.Tabii Amerika’nın bu zulme desteği olmasa İsrail’in bu kadar ileri gidemeyeceğini de biliyoruz.Teknoloji gelişti, her anlamda her şey gelişti sanıyoruz ama Gazze’deki mazlum insanlara yapılan zulmü görünce Ortaçağ’dan daha mı kötüye gittik acaba demeden kendini alamıyor insan. Devlet, insan topluluklarının özgürlükler, haklar ve yasakların sınırlarını belirleyerek kurumsallaşan soyut varlığıdır ( ICTY, Tadic Case, IT-94-1-AR72, 2 October 1995, para. 97).Söze gelince elbette riyakarca kınamalar olacaktır ve bol bol insan hakları cümleleri kuracaktır örneğin Amerika.
Ama ben tarihe geçenin kıymetli buluşlar, canlılara faydalı buluşlar olmasını tercih ederim.Tarihe geçen soykırım oldu.Çeşitli bahanelerle gözler önünde soykırım yapılıyor.Bin sene yaşasalar da ölmeyecekler mi?Sorun ahlak eksikliği de elbette.Baktığımız zaman ilahlarına (bana garip ve katı gelen adetleri ile) bağlılar ve ahlak bu değil tam olarak.Şimdi ben burada ilkokul birinci sınıf hayat bilgisi dersi de verip konuyu uzatmak istemem.
Uluslararası Kızılhaç Komitesi Başkanı Mirjana Spoljaric, savaşlarda daima sivillerin en ağır bedeli ödediklerini ve bu sebepten dolayı uluslararası insancıl hukuk bağlamında sivillerin hayatları ve mülklerinin korunması gerektiği çağrısında bulunmuştur (International Committee Of The Red Cross, 2023).
İsrail tarafından şiddet kullanılarak yerlerinden edilmiş, barınma hakları ihlal edilmiş olan Filistinliler Gazze’ye itilerek burada yaşamlarına devam etmişlerdir. İsrail’in bu zorla yerinden etme politikaları yüzünden Gazze’de yaşayan Filistinli nüfus giderek artmış ve Gazze kilometrekareye düşen insan sayısı bakımından dünyanın en yoğun nüfusuna sahip yerlerinden biri haline gelmiştir (The Economist, 2023).
İsrail’in Filistin halkına ve ülkesine gerçekleştirdiği saldırılar, münferit saldırılar olmaktan ziyade, işgali genişletme amacının ve apartheid rejiminin birer parçası olarak uygulanmaktadırlar.
Hukuk dışı gerekçelerle Filistin halkının yerleşim yerleri boşaltılıp ilhak edilmekte, özel mülkleri yağmalanarak Yahudilerin yerleşimine açılmakta, yaşam hakları ihlal edilmekte, her türlü işkence ve kötü muameleye maruz bırakılmakta, seyahat özgürlükleri kısıtlanmakta, ibadet hürriyetleri engellenmekte, tüm dünya Müslümanlarınca kutsal sayılan mabetlerine girilerek ibadet edenlere gaz ve ses bombalarıyla saldırılar düzenlenmektedir. İsrail polisince provokatif saldırılar gerçekleştirilmekte, Filistin halkınca meşru müdafaa kapsamında verilen cılız tepkiler ise daha büyük işgal ve soykırım adımlarının bahanesi olarak kullanılmaktadır(Süleyman ARSLAN Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Başkanı).
İsrail'in Doğu Kudüs’ü işgali ve Kudüs’ü başkent ilan etmesi üzerine BM Güvenlik Konseyi, 20 Ağustos 1980 tarihinde aldığı 478 sayılı karar ile, İsrail’in Kudüs’ü “tam ve birleşik” başkenti ilan eden 30 Temmuz 1980 tarihli “Kudüs Yasası” nı uluslararası hukukun ihlali olarak kınamış, Konsey’in bu yasayı tanımadığı belirtilerek, üye ülkelere de Konsey’in kararına uygun hareket etmeleri ve diplomatik misyonlarını Kudüs'ten Tel Aviv'e taşımaları çağırısında bulunmuştur.
ABD Başkanı Donald Trump’ın 6 Aralık 2017 tarihinde Kudüs’ü İsrail'in başkenti olarak tanıyan kararına karşı sunulan ve BM Güvenlik Konseyi’nde 18 Aralık 2017 tarihinde görüşülen karar tasarısı ise, 15 üye ülkeden 14’ünün desteğini almış ancak ABD’nin vetosu ile engellenmiştir.
Bu oylama, tek bir ülkenin veto yetkisini kullanarak dünya milletlerinin iradesini geçersiz kılabildiğini gösteren bir başka örnek olmuştur. Zira söz konusu tasarı, İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Ligi tarafından BM Genel Kurulu’na sunulmuş ve 21 Aralık 2017 tarihinde yapılan oylamada 9’a karşı 128 ülkenin desteğini almış, böylelikle bir kez daha Kudüs’ün İsrail’in başkenti yapılması yasadışı ve geçersiz kabul edilmiştir(Süleyman ARSLAN Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Başkanı).
Son olarak, BM Güvenlik Konseyi, İsrail'in Doğu Kudüs'te Şeyh Cerrah Mahallesi'ndeki Filistinli ailelerin zorla tahliyesiyle başlayan ve tırmanan gerginliği görüşmek için ikinci kez toplanmış, İsrail ve Filistin'in "tam ölçekli bir savaşa doğru sürüklendiği" uyarısı yapan BM Orta Doğu Barış Süreci Özel Koordinatörü Tor Wennesland'dan Doğu Kudüs'te artan gerginlik ve son gelişmeler hakkında brifing almıştır.
BM Güvenlik Konseyi, Doğu Kudüs'teki gerginlik ve Gazze'deki hava saldırılarından derin endişe duyan ve çatışmalara derhal son verilmesi çağrısında bulunan ortak bir açıklama yapmak istemiş ancak konseyin açıklaması ABD tarafından engellenmiştir(Süleyman ARSLAN Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Başkanı).
İsrail’in İsrailli sivilleri işgal altındaki Filistin topraklarına yerleştirme ve Filistinlileri yerinden etme politikası, uluslararası insancıl hukukun temel kurallarını çiğnemektedir. Bu yolla, İsrail 1948’den bu yana Filistinlilerin topraklarının yüzde 90'ına el koymuş ve buralarda Yahudi kent ve beldeleri kurmuştur. Cenevre Sözleşmesi, “İşgalci Gücün, kendi sivil nüfusunu işgal ettiği topraklara taşımasını” ve “koruma altındaki sivilleri işgal altındaki topraklardan bireysel veya kitlesel boyutta zorla taşımasını ve bu topraklardan sınır dışı etmesini” yasaklar.
Bu, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Roma Statüsü gereğince bir savaş suçudur. Savaş suçları, soykırım suçları, insanlığa karşı suçlar ve saldırı suçlarını yargılamakla yetkili olan Uluslararası Ceza Mahkemesi de yakın zamanda, İsrail’in Filistin’de gerçekleştirdiği eylemleri soruşturma yetkisine sahip olduğuna, yetkisinin Gazze, Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ü de kapsadığına karar vermiştir. İsrail’in gerçekleştirdiği eylemlerin söz konusu suç tanımları bağlamında soruşturulacak olması gerekli yargılamaların yapılarak adaletin sağlanması beklentisini yükseltmektedir(Süleyman ARSLAN Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Başkanı).
Bu zulmün en kısa sürede ve kati şekilde bitmesi, tarihe ismi geçenin katliamlar değil barışçıl değerler ve dayanışma olması en büyük temennimdir. Sevgilerimle ve aydınlık günler diliyorum…
Leyla Sapmaz