Erol Hanlıgil

Erol Hanlıgil

GÖSTERİŞİN GÖLGESİNDE

GÖSTERİŞİN GÖLGESİNDE

Binlerce yıllık dağların eteklerinde, zamanın bile eğilmeden aktığı, bin bir efsanenin, ağıtın ve sessiz direnişin iç içe geçtiği, dengbejlerin yankılanan sesi ve anaların dokuduğu köklü geleneklerle örülmüş bir zaman dokusunda yol alan kadim bir geçmişe sahip Hakkâri’de yaşayan halkın yüreğinde kök salmış gelenekler; yalnızca birer ritüel değil, onurun, aidiyetin ve varoluşun ta kendisidir.

Dağların göğe uzanan sabrı, turnaların göç yolunda bıraktığı hatıralar her ağıtta yankılanan sabır, her düğün halayında birleşen adım, her tülbentte saklanan hatıra ve her ocakta tüten çay kokusu ile birlikte, bu kadim coğrafyada insanlar sadece birbirine değil; geçmişlerine, değerlerine ve birbirlerini ayakta tutan ortak hafızaya sıkı sıkıya bağlı yaşar.

Çünkü burada görenekler yıkılmaz bir kale, ananeler sessiz bir direniş, adetler ise bir halkın bölünmez birlik ruhudur ve bu ruh, zamanın sınavlarına, yok saymalara, kültürel erozyona karşı dimdik duran bir toplumsal vicdan olarak varlığını sürdürür. Bu kadim coğrafyada her anane geçmişle geleceği birbirine bağlayan kutsal bir köprüdür; öyle ki bu topraklarda bir tülbent bile suskun bir hikâye taşır, bir halay adımı bin yıllık bir çağrıyı yankılar ve bir çay demliği etrafında toplanan sessizlik bile, yüzyılların sabrını, sevgisini ve direncini fısıldar.whatsapp-gorsel-2025-09-24-saat-08-58-25-cf936b24.jpg

Bir zamanlar her evin kapısı, misafire değil; duaya açılırdı. Hakkâri’nin dağlarında, Şırnak’ın vadilerinde, Van gölünün kıyısında… Gelenek, yalnızca bir davranış biçimi değil; bir yaşam felsefesiydi. Her selamda bir dua gizliydi, her sofrada bir paylaşım vardı. Bir çocuk doğduğunda, sadece bir aile değil, bir mahalle sevinirdi. Bir cenaze olduğunda, yalnızca bir ev değil, bir köy yas tutardı. Bir zamanlar dağların sessizliğinde yankılanan davul sesi, yalnızca bir düğünün değil, bir halkın hafızasının ritmiydi.

Hakkâri’nin taşlı yollarında, Şırnak’ın rüzgârında, Van Gölü’nün kıyısında… her adım, geçmişin izini sürerdi. Bir mendil sallanırdı, bir türkü yükselirdi; içinde hem acı hem umut olurdu. Düğünler, yalnızca iki insanın değil, iki soyun, iki yüreğin birleşmesiydi. Gelenekler, bir dua gibi yaşanırdı. Sabah ezanıyla uyanan köy, yalnızca güne değil, şükre başlardı. Bir çocuğun ilk adımı, yalnızca bir gelişim değil; bir topluluğun sevinciydi.

Adetler, kitaplardan değil; yaşlıların yüz çizgilerinden okunurdu. Her davranış, bir anlam taşırdı. Bir tabak yemeğin başkasına uzatılması, yalnızca ikram değil; bir vicdanın sesiydi. Zaman, sessizce bir gölge gibi süzüldü bu topraklara. . Önce televizyonla, sonra telefonla. Ardından sosyal medya, sonra “trend’’lerle. Önce alışkanlıklar değişti, sonra değerler.

Gelenekler, ekranın parlaklığına yenik düştü. Teknolojinin ışığı, önce evleri aydınlattı; sonra gözleri kamaştırdı. Artık halayın ortasında cep telefonları, horonun yanında kameralar var. Bir zamanlar “komşu ne der” diye utanılan şeyler, şimdi “kaç kişi izledi” diye övünülür oldu. Zenginlik, artık sofradaki bereketle değil, düğün konvoyundaki araç sayısı ve markasıyla ölçülüyor. Kilo kilo altınlar takılıyor, ama gözler yere değil, başkalarının cebine bakıyor.whatsapp-gorsel-2025-09-24-saat-08-58-25-ecd05124.jpg

Fakirin mahcubiyeti, zenginin alkışları arasında kayboluyor. Eskiden bir bayram, barıştı; şimdi tatil. Eskiden bir nişan, ailelerin kaynaşmasıydı; şimdi bir organizasyon. Eskiden bir çocuk doğduğunda, nazar boncuğu takılırdı; şimdi filtreli fotoğraflar paylaşılır.

Gelenekler, artık “eski moda” diye küçümseniyor. Artık çocuklar ninniyle değil, sosyal medya shorts’larıyla uyuyor. Büyüklerin dizinin dibinde oturmak, yerini kulaklıkla uzaklaşmaya bıraktı. Bayramlarda el öpmek, “emojiyle kutlama”ya dönüştü.

Misafirlik, bir zamanlar kutsaldı. Kapı çalındığında “kim geldi” değil, “hoş geldi” denirdi. Şimdi randevusuz gelen, rahatsızlık sayılıyor. Eskiden bir komşunun derdi, herkesin derdiydi; şimdi “bana ne” deniyor. Bir zamanlar taziye, bir araya gelmekti; şimdi uzaktan bir mesajla geçiştiriliyor. Tanrıların bile konuk olduğu sofralar vardı. Şimdi kapılar kilitli, kalpler mesafeli.

Ve dil… en büyük mirastır. Her deyim, bir yaşanmışlık, her atasözü, bir öğretidir. Ama şimdi çocuklar, kendi dilinde bile düşünemiyor. Kültürel kelimeler, yerini yabancı terimlere bırakıyor. “Helalleşmek” unutuluyor, “deal yapmak” öne çıkıyor. Oysa dil, bir milletin kalbidir. Kalbi unutan, kimliğini de unutur. Geleneksel oyunlar, artık müzelerde sergileniyor. Bir zamanlar sokakta oynanan saklambaçlar, kör ebeler, çift kale maçlar şimdi dijital arşivlerde. Bir çocuk, toprağa basmadan büyüyor. Bir genç, büyüklerinin hikâyelerini dinlemeden yaşıyor. Ve bir toplum, kendi hikâyelerini, masallarını, efsanelerini unutuyor.

Düğünler, taziyeler, özel günler… bir zamanlar halkın ortak duygusuyken, şimdi birer reklam panosuna dönüştü. Ağalar, düğünleri kendi şöhretleri için düzenliyor. Taziye evleri, acının değil; gösterişli taziye çadırlarının yarışına sahne oluyor. Bayramlar, artık yardımlaşma değil; “kim daha çok dağıttı” nın vitrini gibi. Fakir fukara, bu gösterinin dekoru gibi kullanılıyor.

Bir yardım poşeti, kameraya gösterilmeden verilmez oldu. Fakir, artık yalnızca yoksul değil; rencide edilmiş, ezilmiş, incitilmiş…Bir düğünde, altınlar takılırken gözleri yere bakan çocuklar var. Bir taziyede, lüks arabaların arasında yürüyen yaşlılar var. Bir bayramda, yardım sırasına giren ama göz teması kurmaktan kaçınan anneler var. Ve bu, yalnızca ekonomik bir uçurum değil; vicdani bir çöküştür değerlerin yok oluşudur..

Düğünler, taziyeler, bayramlar ve diğer özel günler, geçmişte toplumsal birlikteliği pekiştiren, dayanışmayı artıran ve kültürel aktarımı sağlayan araçlardı. Bugün ise bu etkinlikler, özellikle ekonomik gücü elinde bulunduran kişiler tarafından birer gösteri alanına dönüştürülmektedir. Ağalık geleneği, tarihsel olarak toplumu koruyan, yönlendiren ve destekleyen bir figürken; günümüzde bazı bölgelerde bu rol, sosyal statü ve maddi güç gösterisine indirgenmiştir. “Ağa” kelimesi, yalnızca zenginliği değil; adaleti, merhameti, koruyuculuğu simgelerdi.

Ağa, köyün yükünü omuzlayan, fakirin derdine koşan, sofrayı önce misafire açandı. Onun gölgesi, güneşten korur; sözü, kavga bitirirdi. Ama zamanla bu gölge büyüdü, karardı. Ağa olmak, artık sorumluluk değil; ne yazık ki toplu şekilde hareket edilen tiyatro sahnesi oldu.

Düğünlerde sergilenen aşırı lüks, taziye çadırlarında yapılan gösterişli ağırlamalar, yardım faaliyetlerinin kameralar eşliğinde gerçekleştirilmesi gibi örnekler, toplumsal eşitsizlikleri görünür kılmakta ve özellikle dar gelirli bireyler üzerinde psikolojik baskı oluşturmakta.

Yardımın gizliliği ve samimiyeti yerini teşhire bırakmış; dayanışma kültürü, rekabet ve imaj yönetimiyle zedelenmekte. Oysa gerçek zenginlik, sessizlikte saklıdır. Bir elin diğerine uzanması, duyulmadan yapılmalıydı. Ama şimdi her yardım, bir afişe dönüşüyor. Her düğün, bir sahne, her taziye, bir PR çalışması gibi. Maalesef gösterişin gölgesinde, değerler birer birer soluyor, çürütülüyor..

Hakkâri, gibi kadim ve köklü şehirlerin tarihsel toplumsal yapısı, dayanışma, eşitlik ve ortak değerler etrafında şekillenmekte. Özellikle kırsal bölgelerde, ekonomik farklılıklar olsa dahi sosyal ilişkilerde bu farklar belirgin biçimde hissedilmezdi.

Düğünlerde, taziyelerde, bayramlarda herkes aynı sofraya oturur; yardımlar sessizce yapılır; saygı, yaşa ve emeğe göre dağıtılırdı. Ancak son yıllarda, gösterişin toplumsal yaşamda giderek daha fazla yer kaplaması, bu dengeleri ciddi biçimde sarsmakta.

Teknolojinin yaygınlaşmasıyla birlikte geleneksel değerler, dijital platformlarda yeniden şekillenmekte. Bayram kutlamaları, düğün videoları, yardım kampanyaları gibi içerikler, sosyal medya algoritmalarına uygun biçimde sunulmakta; bu da kültürel pratiklerin özünden uzaklaşmasına neden olmakta. Gösterişin ön plana çıkması, genç kuşakların geleneksel değerleri “eski” veya “geri kalmış” olarak görmesine yol açmakta; kültürel aidiyet duygusu zayıflamakta.

Gösterişli etkinlikler, yalnızca kültürel yozlaşmaya değil; aynı zamanda sınıfsal gerilimlere de zemin hazırlamakta. Fakir bireylerin bu etkinliklerde edilgen konumda kalması, sosyal dışlanma hissini artırmakta; toplumsal kutuplaşmayı derinleştirmekte. Yardımın bir reklam aracına dönüşmesi, ihtiyaç sahiplerinin rencide olmasına ve yardım alma konusunda çekingen davranmasına neden olmakta.

Ne yazık ki ve üzülerek söylemek gerekir ki günümüzde düğünler, taziyeler ve özel günler, bazı kesimler için sosyal statü sergileme alanına dönüşmüştür. Lüks araç konvoyları, altın takı yarışları, abartılı ikramlar ve profesyonel organizasyonlar, bu etkinlikleri toplumun geniş kesimi için erişilemez hale getirmiştir. Özellikle dar gelirli bireyler, bu gösterişli ortamda kendilerini dışlanmış, eksik ve rencide olmuş hissetmektedir.

Bu durum, yalnızca bireysel bir mahcubiyet değil; aynı zamanda toplumsal bir kırılmadır. Fakir halk, bu etkinliklere katıldığında ekonomik yetersizliğiyle yüzleşmek zorunda kalmakta; katılmadığında ise sosyal bağlardan uzaklaşmakta hatta kopmaktadır.

Yardım faaliyetlerinin bile gösteriye dönüşmesi, ihtiyaç sahiplerinin yardım alma konusunda çekingen davranmasına neden olmakta; bu da sosyal dayanışmayı zayıflatmaktadır. Gösteriş kültürü, yalnızca özel günlerle sınırlı kalmamış; gündelik yaşamın her alanına nüfuz etmiştir.

Sosyal medya, bu süreci hızlandıran en önemli araçlardan biri olmuştur. Yardımlar, düğünler, bayram kutlamaları artık dijital platformlarda sergilenmekte; beğeni ve izlenme sayısı, etkinliğin başarısını belirlemektedir. Bu durum, sade yaşam biçimlerini görünmez kılmakta; şatafatı normalleştirmektedir.

Sonuç olarak bilinmelidir ki, gösterişin alkışlandığı her an, bir gönül daha inciniyor. Zenginliğin şova dönüştüğü her düğün, bir fakirin yüreğinde utanca, borca ve belki de umutsuzluğa dönüşüyor. Birileri imkânlarını alkışlar arasında sergilerken, başkaları borçla, utançla, çaresizlikle baş başa kalıyor. Ve bazen bir takı merasimi, bir ailenin omuzlarına bir ömürlük yük bırakıyor.

Oysa asalet, gösterilen değil, gizlenendir; insanlık, şatafatta değil, incelikte saklıdır. Gösterişin kıymeti, insan onurunu incittikten sonra neye yarar? Toplum; zayıfını ezen değil, elinden tutan ellerle yükselirse sağlam kalır.

Yoksa süslü sofralar, kalabalık salonlar ardında kalan o derin sessizlik, bir gün hepimizi yutacak kadar büyür. Zenginlik, paylaşmadıkça taşırmaz; yoksulluk ise anlaşılmadıkça susmaz. Ve unutulmamalıdır ki: bugün gülüp eğlendiğimiz sahneler, yarın birinin suskun vedasına fon olabilir Göstermelik ışıltı geçicidir, ama incinen bir yüreğin karanlığı, toplumun birbirinden kopuşu dönüşü olmayan ömürlük sonuçlar doğurur.

Bu yazı toplam 3949 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YASAL UYARI: Yazılan yorumlar hiçbir şekilde Hakkarihabertv.com’un görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır. Yorumlar, yazan kişiyi bağlayıcı niteliktedir.
9 Yorum
Erol Hanlıgil Arşivi

ZAMANIN GÖLGESİNDE KEŞKELER...

28 Temmuz 2025 Pazartesi 09:06

SUİZAN & HÜSN-İ ZAN

07 Temmuz 2025 Pazartesi 11:27

Bir Ömrün Sessiz Kahramanı: BABA

15 Haziran 2025 Pazar 16:57

DİLSİZ MİSAFİR...

28 Mayıs 2025 Çarşamba 16:52

Bir Ömürlük Dua :ANNE

11 Mayıs 2025 Pazar 11:02

BİR UMUDUN ARDINDAN…

04 Mayıs 2025 Pazar 10:53

HAKKARİ'DE YİTİP GİDEN CANLARA BİR VEDA

23 Nisan 2025 Çarşamba 18:15

Yol arkadaşı; ÖĞRETMEN'dir

24 Kasım 2024 Pazar 12:51

Zaman

09 Ekim 2023 Pazartesi 21:29

Sen hep.. (Kardelen)

10 Şubat 2021 Çarşamba 20:41