VARLIĞI REDEDİLEN MİLLETLERİN HAYATİ DAVASI
Dil, Kültür, Eğitim, Tarih ve Ulusal Statünün Anayasal Güvencesi - Varoluşun Öncelikli Stratejisi
Tekçi ırkçı ömürgeci güçler tarafından varlığı inkâr edilen, sosyo-kültürel imha politikaları ve asimilasyona maruz bırakılan milletlerin temel ve öncelikli mücadelesinin, dil, kültür, eğitim, tarih ve ulusal statü gibi varoluşsal haklarının yasal ve anayasal güvence altına alınması olması gerekmektedir.
Temel ulusal hakların güvencesini sağlamadan, "demokrasi," "kardeşlik" veya "devletsiz toplum" gibi kavramların tek hedef olarak popülerleştirilmesinin, sömürgeci statükonun sürdürülmesine hizmet eden tehlikeli bir aldatmaca ve stratejik bir saptırma olduğu analiz edilmektedir. Mücadelenin, somut hukuki güvencelerin tesisiyle başlaması ve ancak bu zemin sağlandıktan sonra soyut toplumsal projelere geçilmesi gerektiği gerçeği esas alınmalıdır.
Varoluşsal Mücadelenin Ana Hattı
Tarihsel süreç, sömürgeci ve egemen güçlerin, kendi hegemonik yapılarını pekiştirmek amacıyla, egemenlikleri altındaki milletleri inkar, asimilasyon, şiddet ve kültürel imha politikalarıyla baskı altına aldığını göstermektedir.
Bu sömürgecilik kıskacında nefes almaya çalışan milletler için temel sorun, sadece siyasi bağımsızlık değil, aynı zamanda ulusal kimliğin, bilincin ve kolektif varoluşun sürdürülebilirliğidir.
Bu sürecin temel tezi, varlığı reddedilen bir milletin en hayati ve ertelenemez davasının, ulusal kimliğinin temel direklerini oluşturan dilinin, kültürünün, eğitim hakkının, tarihinin ve nihayetinde ulusal statüsünün yasal ve anayasal güvence altına alınması olduğudur.
Bu hakların güvencesi olmadan, popüler siyasi söylemlerde öne çıkarılan "demokratik toplum," "halkların kardeşliği", " Ümmetin kardeşliği" gibi kavramların, temelsiz ve aldatıcı birer retorikten ibaret kalma tehlikesi incelenecektir.
I. Temel Ulusal Hakların Önceliği: Varoluşun Hukuki Sigortası
Varlığı inkâr edilen bir millet için dil, kültür, eğitim ve tarih; basit kültürel öğeler olmanın ötesinde, ulusal kimliğin, kolektif bilincin ve direnişin enstrümanlarıdır. Asimilasyon politikalarının birincil hedefi, bu taşıyıcıları yok ederek sömürgeleştirilmiş halkı köksüzleştirmek, direncini kırmak ve itaatkâr bir kitleye dönüştürmektir.
A. Dil ve Kültürün Anayasal Tescili: Ulusal Ruhun Güvencesi
Dil, bir milletin ruhu, belleği ve düşünce biçimini kodlayan en temel yapıdır. Dilin kamusal alanda, eğitimde, medyada ve yönetimde serbestçe kullanılması, sadece bir izin meselesi değil, anayasal bir hak olarak güvence altına alınmalıdır.
Asimilasyona Karşı Kalkan: Dilin yasal güvencesi, resmi ideolojinin tektipçi ve tekdilli baskısına karşı ulusal kimliği koruyan en önemli kalkan işlevi görür. Bu güvence olmadan, dilin ve onunla birlikte kültürel çeşitliliğin erimesi kaçınılmazdır.
Kültürel Soykırımın Engellenmesi: Birleşmiş Milletler'in tanımladığı anlamda kültürel soykırımın en sinsi biçimi, dilin eğitim ve kamusal alandan dışlanması yoluyla gerçekleşir. Anayasal güvence, bu tür yapısal şiddete karşı hukuki bir direniş noktası oluşturur.
B. Eğitim ve Tarih Hakkı: Ulusal Bilincin İnşası
Bir milletin kendi anadilinde eğitim görme ve kendi tarihini sömürgeci anlatının çarpıtmalarından bağımsız olarak öğrenme hakkı, ulusal bilinç inşası ve kolektif onurun tesisi için vazgeçilmezdir.
Eleştirel Düşünce ve Kimlik: Kendi diliyle eğitim görmeyen bir birey, kültürel ve entelektüel köklerinden kopar. Kendi tarihini sömürgeci bakış açısıyla öğrenen bir halk ise, kendini sürekli *'öteki'*nin inşa ettiği bir aşağılık kompleksi içerisinde konumlandırır.
Bu durum, siyasi iradenin oluşumunu engeller.
Geleceği İnşa Etme Yetisi: Kendi tarihini ve kolektif travmalarını sömürgeci anlatıdan bağımsız olarak anlayan bir halk, ancak o zaman sağlam bir gelecek vizyonu oluşturabilir ve kaderini tayin etme iradesini gösterebilir.
C. Ulusal Statünün Hukuki Tescili: İnkarın Sona Erdirilmesi
Ulusal statünün yasal ve anayasal düzeyde tanınması, sömürgeci uygulayıcıların "inkâr" ve "yok sayma" politikalarının hukuki temelini sarsar.
Hukuki Zemin: Bu tanınma, halkın siyasi iradesinin ve varlığının hukuken tescilinin ilk adımıdır. Bu tescil, gelecekteki siyasi hak talepleri (özerklik, federasyon, ayrılma hakkı vb.) için sağlam ve meşru bir zemin oluşturur.
Özne Olma: İnkar edilen bir millet, hukuki tescil ile pasif bir nesne olmaktan çıkarak, siyasi süreçlerde aktif bir özne haline gelir. Bu özneleşme, "demokrasi" veya "kardeşlik" gibi kavramların gerçek bir ortaklık zemininde tartışılabilmesinin ön koşuludur.
II. Aldatmaca Tehlikesi: Öncelikler Karışınca Stratejik Saptırma
Temel ulusal haklar yasal güvence altına alınmadan, soyut ve ileri düzey siyasi/sosyal projelerin (Devletsiz Demokrasi, Komünal Toplum, Halkların Kardeşliği, ümmetin kardeşliği vb.) tek ve yegane hedef olarak savunulması, sömürgeleştirilmiş milletler için büyük bir aldatılma ve stratejik saptırma potansiyeli taşır.
A. "Demokrasi" ve "Kardeşlik" Söyleminin Tuzakları
Sömürgeci veya egemen güçler, temel ulusal haklar güvence altına alınmadan bu tür kavramları sıklıkla kullanarak, sömürülen milletin dikkatini somut statü ve hak mücadelesinden saptırmayı amaçlar.
Sahte Eşitlik: Hukuki ve siyasi olarak tanınmayan, kültürel olarak imhaya açık bir halk, "demokratik" bir toplumda asla eşit bir ortak olamaz. Temel hakları gasp edilmiş bir halkın katılımıyla inşa edilecek "demokrasi," yalnızca egemen gücün devam eden hegemonyasını meşrulaştıran sahte bir demokrasi olacaktır.
Asimilasyonun Kılıfı: Yasal güvenceler olmadan, "halkların kardeşliği" söylemi, pratikte, güçlü olanın zayıf olanı asimilasyon sürecini meşrulaştıran bir kılıfa dönüşür. Gerçek kardeşlik ve eşitlik, ancak ulusal kimliğin korunmasının yasal güvencesiyle teminat altına alındığı bir zeminde kurulabilir.
B. Soyut Sosyal Projelerin Erkenliği
"Devletsiz demokrasi" veya "komünal toplum" gibi post-ulusal veya ileri sosyal projeler, ancak birey ve kolektif ulusal hakların tam olarak tesis edildiği, asimilasyon tehlikesinin ortadan kalktığı bir ortamda özgürce tartışılabilecek hedeflerdir.
Statükonun Devamı: Varlığı inkâr edilen ve temel hakları için mücadele eden bir milletin, bu aşamayı atlayarak soyut toplumsal projelere odaklanması, sömürgeci statükonun devamına hizmet eder. Egemen güçler, bu soyut hedefleri destekleyerek, somut hak taleplerini "dar milliyetçilik" veya "bölücülük" olarak damgalama fırsatı bulur ve ana mücadeleyi itibarsızlaştırır.
Mücadele Enerjisinin Dağıtılması: Ulusal enerjinin, hukuki güvence gibi somut bir hedeften soyut ve uzun vadeli projelere kaydırılması, mücadelenin etkinliğini azaltır ve kalıcı kazanım elde etme şansını düşürür.
III. Bütüncül ve Stratejik Mücadele Planı
Sömürgeleştirilmiş bir milletin ulusal kurtuluş ve varoluş mücadelesi, stratejik bir önceliklendirme ile ilerlemelidir. Bu, iki aşamalı, ardışık ve mantıksal bir süreci gerektirir:
Aşama 1: Ulusal Statü ve Hakların Hukuki Temini (Varoluşun Temelleri)
Bu aşamada tüm siyasi ve toplumsal enerji, dilin, kültürün, eğitimin ve ulusal statünün anayasal ve yasal güvence altına alınmasına odaklanmalıdır. Bu, sömürgeci inkar ve imha zihniyetinin kökünün kazınması için atılması gereken en kritik adımdır. Bu aşama, ulusal kimliğin sigortalanması ve kolektif öznenin hukuken tescil edilmesini içerir.
Aşama 2: Demokrasi ve İleri Sosyal Projelerin İnşası (Geleceğin Yapısı)
Bu temel haklar tesis edildikten, yani milletin varoluşu hukuki ve siyasi olarak güvence altına alındıktan sonra, ancak o zaman "devletsiz demokrasi," "komünal toplum" veya diğer ileri demokratik ve sosyal modeller, eşit bir zeminde ve özgür kolektif iradeyle tartışılıp inşa edilebilir. Bu stratejik sıra, aldatılma riskini en aza indirir ve mücadelenin somut, kalıcı sonuçlar vermesini sağlar.
Sonuç: Birinci ve Tek Öncelik
Varlığı reddedilen bir milletin davası, öncelikle kendini var etme davasıdır. Dil, kültür, eğitim, tarih ve ulusal statünün yasal ve anayasal güvence altına alınması, bu varoluşun temel şartıdır ve her türlü siyasi ajandanın öncülü ve tek önceliği olmalıdır.
Bu öncelik atlanarak sunulan her türlü sosyal veya siyasi proje, genellikle sömürgeci mekanizmanın devamına hizmet eden, mücadelenin enerjisini dağıtan ve nihayetinde büyük bir aldatmaca ile sonuçlanabilecek tehlikeli bir yönlendirmedir. Bir milletin en yüce davası, kimliğini koruma, dilini yaşatma ve kaderini tayin etme hakkının hukuki tescilidir.
Bu tescil sağlandığında, inşa edilecek her türlü sosyal ve siyasi yapı, sağlam bir temele oturacak ve gerçek bir eşitliği yansıtacaktır. Başarı, önceliklerin doğru tayin edilmesi ve stratejik hedeften sapmamaya bağlıdır.